Giriş   
Zaman: 07 Kas 2024 06:55
 
Hukuk
Ana sayfa
Yenilikler
Hukuk programları
İçtihatlar
Hukuk sembolleri
Hukuki veritabanları
Linkler
  YARGITAY HUKUK DAİRELERİ İÇTİHATLARI   
  İçtihat  Seçin:   
 
İçtihat Ara: 
Sıralama:      
Dairesi:                      Önemli İçtihatlar
Kaynak:
Aranan Kelime:
 
Bulunan içtihat: 585 adet
20.HD.
E: 2019/1851 K: 2020/581
10.2.2020
  • ALT DAİREYE SU SIZMASI SONUCU TAMİR YAPTIRMAYAN KİŞİNİN, KOMŞUSUNA TAZMİNAT ÖDEMESİ VE TAMİRATI YAPTIRMASI GEREKİR.
      634 SK. EK 1


ÖZET:MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davalı tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Dava dilekçesinde, davacının üst kat komşusu 11 numaralı daire sahibi davalı ...'ın balkon ve banyosundan gelen sızıntılar nedeniyle dairesinin zarar gördüğü, zararların tespiti için Bakırköy 8. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2012/8 Değişik iş sayılı dosyasında tespit yaptırdığını bu nedenle verilen zararların toplamı 1.168,20.-TL maddi tazminat ile 1.000,00.-TL manevi tazminata hüküm edilmesi istenilmiştir.
Bakırköy 6. Asliye Hukuk Mahkemesi 17/9/2013 tarihli kararı ile “Açılan maddi tazminat talebinin 850,00.-TL'sinin kabulü ile dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınıp, davacıya verilmesine, davacının fazlaya ilişkin talebinin reddine, davacının istemiş olduğu manevi tazminatın tamamının reddine karar verilmiş, ilgili hükmün taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 2014/9551 E. - 2014/16828 K. sayılı ilamı ile “Manevi tazminat istemi yönünden; dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlar ile yasal gerektirici nedenlere göre, yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usule ve kanuna uygun olan hükmün onanmasına, maddi tazminat ve onarım yapılmasına dair talep yönünden; dava, davalıya ait bağımsız bölümünden, davacıya ait bağımsız bölüme su sızması nedeniyle oluşan zararın tahsili ve onarım istemine ilişkindir. Taraflar arasındaki uyuşmazlık 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu hükümlerinden kaynaklanmaktadır. 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanununun Ek 1. maddesinde, bu Kanunun uygulanmasından doğacak her türlü anlaşmazlığın -değerine bakılmaksızın- sulh hukuk mahkemesinde çözümleneceği hükme bağlanmıştır. Buna göre mahkemece kat mülkiyetinden kaynaklanan maddi tazminat istemi ve onarım yapılması konusundaki davanın tefrik edilip görevsizlik kararı verilerek dosyasının görevli ve yetkili sulh hukuk mahkemesine gönderilmesi gerekirken bu istem yönünden de işin esası hakkında hüküm kurulması doğru görülmediğinden" hükmün bozulmasına karar vermiştir.
Bakırköy 6. Asliye Hukuk Mahkemesi 18/06/2015 tarihli görevsizlik kararından sonra yargılamaya devam eden Bakırköy 2. Sulh Hukuk Mahkemesince davanın kabülü ile; 1.168,20.-TL'nin dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, davacıya ait balkon ve banyodaki rutubetlerin, dökülmelerin ve kararmaların davalının dairesinden kaynaklandığı anlaşılmakla davalının balkonunu doğrama korkulukları ile balkon çıkıntısı arasındaki kılcal boşlukların su geçirmez likit izolasyon malzemeleri ile dolgusunu yaptırmasına, bu işlem için davalıya 1 iş günü süre verilmesine,
davalının dairesinin banyosunda bulunan küvetin sökülerek seramik kaplamaların ve derzlerin yenilenmesi ve daha sonra akrilik küvetin monte edilmesi için davalıya 2 iş günü süre verilmesine karar verilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Dava tazminat ve hakimin müdahalesi istemine ilişkindir.
SONUÇ: 1) 5219 ve 5236 sayılı kanunlar ile HUMK'nın 427. maddesinde öngörülen kesinlik sınırı 01.01.2017 tarihinden itibaren 2.270 TL'ye çıkarılmıştır.
Temyize konu maddi tazminat miktarı 1168,20.-TL olup, HUMK'nın 5219 sayılı Kanun ile değişik 427. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca miktar veya değeri 2.270,00.-TL'yi geçmeyen kararlar kesin olduğundan miktar yönünden temyiz dilekçesinin REDDİNE
2) Davalının müdahalenin önlenmesi bakımından yaptığı temyiz itirazlarına gelince; Dosyadaki yazılara, kararın bozmaya uygun olmasına ve gereği yerine getirilerek taşınmazda gerekli önlemlerin alınmasına ve yazılı olduğu şekilde davanın kabulüne karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddi ile usule ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA 10/02/2020 günü oy birliğiyle karar verildi.

                                                    (Yargitay.gov.tr)
  Ekleyen: Nihat Yorgancı  30.8.2024 22:43 Sıra No:585       Okuma:824 
3.HD.
E: 2022/29 E K: 2022/2847 K
29.3.2022
  • ÖTV İSTİSNALI ARAÇ BEDELİNİN MİRASÇILARDAN TALEP EDİLMESİ
  • TANIKLA İSPAT
      6100 203/1-A, 4721 SK 6, 6100 SK 200, 6100 SK 203


ÖZET:Engelli muafiyetinden yararlanan kayınbabası üzerine araç alan ve bu araç bedelini kendisi ödeyen damat, kayınbabasının vefatından sonra ödediği bedeli mirasçılardan talep edebilir. İnançlı işlem olan olayda HMK 203/1 gereği tanık dinletilebilir.
                                                    (internet)
  Ekleyen: Nihat Yorgancı  8.8.2024 12:32 Sıra No:584       Okuma:1398 
HGK.
E: 2020/547 K: 2020/924
24.11.2020
  • AVUKATA ELEKRONİK TEBLİGAT YAPILMASI ZORUNLULUĞU
  • UETS ADRESİ
  • ELEKTRONİK TEBLİGAT MUHATABA ULAŞTIĞI TARHİTEN İTİBAREN 5 GÜN GEÇMESİYLE YAPILMIŞ KABUL EDİLİR, MUHATABIN TEBLİGATI ÖNCE VEYA SONRA OKUMASI DURUMU DEĞİŞTİRMEZ.
      7201 SK 7/A, 5070 SK 3. MD.


ÖZET:
Taraflar arasındaki "ihalenin feshi" isteminden dolayı yapılan inceleme sonunda, İzmir Bölge Adliye Hukuk Mahkemesi 8. Hukuk Dairesince verilen alacaklı vekilinin istinaf talebinin kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, ihalenin feshi isteminin reddine, ihale bedelinin %10'u oranında para cezasının borçlulardan alınmasına ilişkin kararın borçlular vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 12. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda borçlu ..... ..... Reklamcılık ve Organizasyon Hiz. San. ve Tic. Ltd. Şti. yönünden bozulmuş, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca yapılan ön inceleme sonunda gereği görüşüldü:
5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun'un geçici 2/1. maddesinde, “…Bölge adliye mahkemelerinin kuruluşları, yargı çevreleri ve tüm yurtta göreve başlayacakları tarih, Resmî Gazetede ilân edilir.” düzenlemesine yer verilmiş ve 07.11.2015 tarihli ve 29525 sayılı Resmî Gazete'de ilan edilerek bölge adliye mahkemeleri 20.07.2016 tarihi itibariyle fiilî olarak göreve başlamıştır.
5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun'a paralel olarak, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (İİK)'nun temyiz ve karar düzeltmeye ilişkin hükümlerinde değişiklik yaparak istinaf ve temyiz ile ilgili hükümleri yeniden düzenleyen 02.03.2005 tarihli ve 5311 sayılı Kanun ile İİK'ya eklenen geçici 7. maddeye göre, 5311 sayılı Kanun hükümleri Bölge Adliye Mahkemelerinin göreve başladığı 20.07.2016 tarihinden sonra verilen kararlar hakkında uygulanır.
02.03.2005 tarihli ve 5311 sayılı Kanun'un 25. maddesi ile değişik İİK'nın 364. maddesinin 2. fıkrasına göre, temyiz yoluna başvurma ve incelemesi, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)'na göre yapılır. 05.08.2017 tarihli ve 7035 sayılı Kanun'un 31. maddesi ile değişik HMK'nın 361. maddesinin 1. fıkrası uyarınca ise, Bölge Adliye Mahkemesi kararına karşı, kararın tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde temyiz yoluna başvurulabilir.
Somut olayda, Bölge Adliye Mahkemesi kararının temyiz eden borçlu ..... ..... Reklamcılık Ve Organizasyon Hiz. San. ve Tic. Ltd. Şti. vekiline elektronik tebligat yolu ile tebliğ edildiği görülmektedir.
28.02.2018 tarihli ve 7101 sayılı Kanun ile değişik 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun 7/a maddesinin 1. fıkrasında (1/g) baro levhasına yazılı avukatlara tebligatın elektronik yolla yapılmasının zorunlu olduğu, 4. fıkrasında ise elektronik yolla tebligatın, muhatabın elektronik adresine ulaştığı tarihi izleyen beşinci günün sonunda yapılmış sayılacağı düzenlenmiştir.
Anılan maddeye dayanılarak hazırlanan ve 06.12.2018 tarihli 30617 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan, elektronik ortamda yapılacak tebligata ilişkin usul ve esasları düzenleyen Elektronik Tebligat Yönetmeliği 01.01.2019 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Elektronik Tebligat Yönetmeliği'nin 3. maddesinde;
"Elektronik tebligat: Tebligat Kanunu ve bu Yönetmeliğe uygun olarak elektronik ortamda yapılan tebligat,

Elektronik tebligat adresi: PTT tarafından, gerçek kişiler için kimlik bilgileri, tüzel kişiler için ise tabi oldukları sistem bilgileri esas alınmak suretiyle tek ve benzersiz şekilde oluşturulan ve UETS'ye kaydedilen tebligat adresi,

UETS: Tebligat Kanunu ve bu Yönetmelik uyarınca yapılan elektronik tebligat işlemlerini yürütmek amacıyla PTT tarafından kurulan, işletilen ve güvenliği sağlanan sistem,

Zaman damgası: 5070 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (h) bendinde tanımlanan zaman damgası"

olarak tanımlanmıştır.

5070 sayılı Elektronik İmza Kanunu'nda ise "Zaman damgası: Bir elektronik verinin, üretildiği, değiştirildiği, gönderildiği, alındığı ve/veya kaydedildiği zamanın tespit edilmesi amacıyla, elektronik sertifika hizmet sağlayıcısı tarafından elektronik imzayla doğrulanan kaydı ifade eder." şeklinde belirtilmiştir.
Elektronik Tebligat Yönetmeliği'nin 5/ğ. maddesinde tebligatın elektronik yolla yapılması zorunlu olanlar arasında "Baro levhasına yazılı avukatlar" gösterilmiştir. Yönetmeliğin 6. maddesinde elektronik tebligat adresi alma zorunluluğuna tabi olanlar için yapılacak başvuru, 8. maddesinin 1. fıkrasında PTT'nin başvurunun yapıldığı tarihten itibaren bir ay içinde elektronik tebligat adresini, gerçek kişiler için kimlik bilgilerini, tüzel kişiler için ise tabi oldukları sistem bilgilerini esas almak suretiyle tek ve benzersiz olacak şekilde oluşturacağı ve UETS'ye kaydedeceği, elektronik tebligatın hazırlanması ve muhataba ulaştırılmasını düzenleyen 9. maddesinde tebligat çıkarmaya yetkili makam ve mercinin, elektronik tebligat mesajını hazırlayarak, UETS'ye teslim edeceği, UETS'nin elektronik tebligat mesajını zaman damgasıyla ilişkilendirerek muhatabın elektronik tebligat adresine ulaştıracağı, elektronik yolla tebligatın muhatabın elektronik tebligat adresine ulaştığı tarihi izleyen beşinci günün sonunda yapılmış sayılacağı belirtilmiştir.
12 . Görüldüğü üzere, 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun 7/a maddesinde muhatabın elektronik tebligatı tebellüğ etmiş sayılacağı tarihe ilişkin özel bir düzenleme yer almaktadır. Bu düzenlemeye göre "Elektronik yolla tebligat, muhatabın elektronik adresine ulaştığı tarihi izleyen beşinci günün sonunda yapılmış sayılır." Bunun sonucu olarak elektronik tebligatta tebellüğ tarihi elektronik tebligatın muhatabın elektronik posta hesabına ulaştığı veya okunduğu tarih olmayıp, tebligatın muhatabın elektronik adresine ulaştığı tarihi izleyen beşinci günün sonu olmaktadır. Böylelikle, muhatabın kayıtlı elektronik posta hesabını kontrol etmemek suretiyle tebliğin sonuçlarını geciktirmesi ihtimali söz konusu olmayacaktır.

7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun 7/a maddesinin 4. fıkrasında yer alan düzenlemeye benzer bir düzenleme de 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 107/A maddesinin 2. fıkrasında yer almakta olup, "..Elektronik ortamda tebligat, muhatabın elektronik adresine ulaştığı tarihi izleyen beşinci günün sonunda yapılmış sayılır..." şeklindedir. Bu düzenlemenin Anayasaya aykırılığı iddiası ile yapılan başvuru üzerine Anayasa Mahkemesinin 19.09.2019 tarihli ve 2018/144 esas sayılı kararında; itiraz konusu kuralın muhataplara öncelikle elektronik posta adreslerini belirli aralıklarla kontrol etme yükümlülüğü yüklediği, bu yükümlülüğe beşer günlük aralıklarla uyulduğu takdirde hukuki yollara başvuru süresi yönünden herhangi bir hak kaybı olmayacağı, muhatabın elektronik posta adresini her gün ya da beş günden daha az aralıklarla kontrol etmesi hâlinde ise tebliğin yapılmış sayılacağı tarihten de önce tebligattan haberdar olunacağı için süre yönünden bir hak kaybı yaşanmayacağı gibi bu sürenin birkaç gün daha uzamasının söz konusu olacağı belirtilerek düzenlemenin Anayasaya aykırı olmadığına karar verilmiştir.
Bu açıklamalar ışığında; Bölge Adliye Mahkemesi kararını temyiz eden borçlu ..... ..... Reklamcılık ve Organizasyon Hiz. San. ve Tic. Ltd. Şti. vekiline yapılan elektronik tebligatın incelenmesinde; "Tarih 11.03.2020 Muhatap hesabına teslim edilmek üzere UETS tarafından teslim alındı, 11.03.2020 Tebligat alıcı için ayrılmış tebligat alanına (hesabına) başarılı bir şekilde konuldu, 16.03.2020 Tebligat alıcının hesabına iletilmesine müteakip mevzuat gereği belirlenen süre sonunda otomatik olarak okundu sayıldı" şeklinde açıklamaların yer aldığı görülmektedir.
Elektronik Tebligat Yönetmeliği'nin 9. maddesinde belirtildiği üzere UETS elektronik tebligat mesajını zaman damgasıyla ilişkilendirerek 11.03.2020 tarihinde muhatabın elektronik tebligat adresine ulaştırmış olup, elektronik yolla tebligat muhatabın elektronik adresine ulaştığı tarihi izleyen beşinci günün sonunda yapılmış sayılacağından Bölge Adliye Mahkemesi kararının 16.03.2020 tarihinde borçlu vekiline tebliğ edildiği, yasal süre geçtikten sonra 15.06.2020 tarihinde temyiz dilekçesi verildiği ve aynı tarihte harç yatırıldığı anlaşılmaktadır.
Hâl böyle olunca, borçlu vekilinin temyiz isteminin 5311 sayılı Kanun'la değişik İİK'nın 364. maddesinin 2. fıkrası ile HMK'nın 366. maddesinin göndermesi ile uygulanması gereken aynı Kanun'un 352. maddesi uyarınca süreden reddine karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Alacaklı vekilinin temyiz isteminin 5311 sayılı Kanun'la değişik İİK'nın 364. maddesinin 2. fıkrası ile HMK'nın 366. maddesinin göndermesi ile uygulanması gereken aynı Kanunun 352. maddesi uyarınca süre yönünden REDDİNE,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın ilk derece mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine 24.11.2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

                                                    (internet)
  Ekleyen: Nihat Yorgancı  29.1.2024 19:06 Sıra No:583       Okuma:3155 
13.HD.
E: 2016/6674 K: 2016/15353
16.6.2016
  • VASİ, KISITLI ADINA AVUKATA VEKALET VERİP VEKİL TAYİN EDECEKSE VESAYET MAKAMININ ONAYINA SUNULMASI GEREKİR
      TMK 462, TMK 463


ÖZET:kısıtlının vasisi/ velisi tarafından kısıtlı adına avukata vekaletname verilip vekil tayin edilerek vekalet sözleşmesi ve Avukatlık Ücret Sözleşmesi imzalanacak ise kısıtlı adına yapılan bu işlemlerin geçerli olabilmesi için vesayet makamının onayına sunulması gerektiği 

Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün taraflar avukatınca duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde davalı vekili avukat ... ile davacı vekili avuka...'in gelmeleriyle duruşmaya başlanılmış ve hazır bulunan avukatların sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra karar için başka güne bırakılmıştı. Bu kez temyiz dilekçesinin süresinde olduğu saptanarak dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR...nin 2006/161E. sayılı dosyası ile davalı kısıtlı ...'ın Mirastan Feragat Sözleşmesinin İptali davasını açtığını bu davanın sonuçlandırılarak muris ... terekesinin 1/8 oranındaki mirasçı sıfatını geri kazandırdığını, ancak akabinde haksız olarak azledilerek, kazandırdığı 1/8 mirasçılık payının %15'i oranında avukatlık ücreti alacağının ödenmediğini ileri sürerek, fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla, 300.000,00TL avukatlık ücretinin yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiş; ıslahen talebini 645.135,51TL olarak artırmıştır.

Davalı, davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile 41.800,00TL'nin azil tarihi 11/10/2010 tarihinden itibaren davalıdan yasal faizi ile birlikte alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine, karar verilmiş; hüküm, taraflarca temyiz edilmiştir.

1-Uyuşmazlık, haksız azil nedeniyle vekalet ücreti isteminden ibaret olup, mahkemece azlin haksız olduğu benimsenmek suretiyle, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Dosya kapsamı incelendiğinde, davalı kısıtlı ...'a 04.05.2006 tarihinde annesi... veli tayin edildiği, buna istinaden veli .... kısıtlı adına davacıyı 23.05.2006 tarihinde vekil tayin ettiği ve avukatlık ücret sözleşmesi imzaladığı anlaşılmaktadır. Herşeyden önce kısıtlı adına yapılan bu işlemlerin geçerli olabilmesi için vesayet makamının onayına sunulması gerekmektedir. O halde, mahkemece öncelikle vekalet sözleşmesi ve Avukatlık Ücret Sözleşmesine ilişkin vesayet makamının onayının olup olmadığının incelenmesi, bulunacak sonuca göre hüküm tesisi gerekirken, eksik inceleme ile karar verilmesi usul ve yasaya ayklırı olup, bozmayı gerektirir. 

2-Bozma nedenine göre, tarafların sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenle hükmün davalı yararına BOZULMASINA, 2.bent gereğince tarafların sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, 1350,00 TL duruşma avukatlık parasının davacıdan alınarak davalıya ödenmesine, peşin alınan 713,85 TL harcın davalıya, 25,20 TL harcın davacıya iadesine, /06/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.

                                                    (internet)
  Ekleyen: Nihat Yorgancı  9.12.2023 19:14 Sıra No:582       Okuma:3566 
12.HD.
E: 2012/27279 K: 2013/11536
26.3.2013
  • BİLGİSAYAR HACZİ
      6352 SK 82


ÖZET:Bilgisayar günümüz koşullarında lüzumlu bir ev eşyası olduğu için haczedilemez.
                                                    (Türk Hukuk Sitesi)
  Ekleyen: Nihat Yorgancı  17.11.2023 18:24 Sıra No:581       Okuma:3734 
18.HD.
E: 2014/15684 K: 2015/3702
17.3.2015
  • YAŞ DÜZELTİLMESİ DAVASI
  • CEZA DAVASINDA YAŞ DÜZELTME
  • CEZA SORUŞTURMASINDA YAŞ DÜZELTME
      5271 SK 218/2


ÖZET:
D. Cumhuriyet Başsavcılığı'ınca 05.05.2014 tarihli davaname ile M. Ç.'in yaşının düzeltilmesi istenilmiştir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş, hüküm D. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından temyiz edilmiştir.

Y A R G I T A Y K A R A R I

Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:      
D. Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma nedeniyle süpheli M. Ç.'in alınan sağlık kurulu raporunda tespit edilen yaşının, nüfus kaydındaki yaşından küçük olması nedeniyle davaname ile şüpheli M. Ç.'in doğum tarihinin düzeltilmesi istenilmiş, mahkemece raporda yaşın açık ve net olarak tespit edilmediği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Mahkemece verilen karar dosya içeriğine uygun düşmemektedir.
1-5271 sayılı CMK. 218/2 maddesinde “ Kovuşturma evresinde mağdur veya sanığın yaşının ceza hükümleri bakımından tespitiyle ilgili bir sorunla karşılaşılması halinde; mahkeme, ilgili kanunda belirlenen usule göre bu sorunu çözerek hükmünü verir” düzenlemesi getirilmiştir. Mahkemece şüpheli hakkında ceza davası açılması halinde görevli mahkemenin ceza mahkemesi olacağından bu husus öncelikle araştırılarak, dava açıldığının tespiti halinde mahkemelerin görevleri kamu düzenine ilişkin olduğundan görevsizlik kararı verilerek dosyanın görevli ceza mahkemesine gönderilmesi gerekirken yazılı şekilde ret kararı verilmesi,      
Kabule göre de;
2-Mahkemece, Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından alınan sağlık kurulu raporu yeterli görülmemesi halinde yaşının düzeltilmesi istenen M. Ç.'in, tam teşekküllü hastaneye sevk edilerek “Crista iliaka iskion” epifizlerini gösterir pelvis grafisinin çektirilmek suretiyle nüfus aile kayıt tablosu ve şüpheliye ait doğum tutanakları da getirtilip, mevcut kayıtlarda gözetilerek deliller toplanıp oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerektiğinin düşünülmemesi,
Doğru görülmemiştir.
Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 17.03.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.

                                                    (UYAP)
  Ekleyen: Nihat Yorgancı  8.4.2016 11:36 Sıra No:580       Okuma:72016 
1.HD.
E: 2006/7296 K: 2006/9436
28.9.2006
  • TAVZİH
      HUMK 455


ÖZET:

"ÖZET"

HUMK'NIN 455 VE DEVAMI MADDELERİNDE DÜZENLENEN TAVZİH İSTEKLERİ, ANILAN DÜZENLEMELERDEKİ KOŞULLARIN VARLIĞI HALİNDE, KESİNLEŞEN HÜKMÜN İNFAZINA KADAR İLERİ SÜRÜLEBİLİR.


"İçtihat Metni"

Taraflar arasında görülen davada;

Davacılar, miras bırakanları Habibe'nin diğer mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla 7874 ada 1 parsel sayılı taşınmazdaki 1/2 payını davalı oğlu Ömer'e temlik ettiğini, payın daha sonra kısa aralıklarla el değiştirerek davalı Ömer'in oğlu Mustafa'ya devredildiğini, tüm bu satışların muvazaalı olduğunu ileri sürerek miras payı oranında tapu iptal tescil olmadığı takdirde tazminat isteklerinde bulunmuşlar, mahkemece davanın kabulüne dair karar Dairece onanarak ve karar düzeltme talebi de red edilerek hüküm 06.03.2006 tarihinde kesinleşmiş, davacılar kesinleşen hükümdeki 4 pay ibaresinin 3 pay olarak düzeltilmesi isteğiyle tavzih talebinde bulunmuşlardır.

Davalılar, kesin hükmün oluştuğunu, tavzih yoluyla kararın değiştirilmesinin mümkün olmadığını belirterek talebin reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, davacıların tavzih talebinin kesin hükmün neticelerini değiştirir nitelikte olduğundan tavzih talebinin reddine karar verilmiştir.

Karar, davacılar vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla; tetkik hakiminin raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, duruşma talebinin işin niteliği gereği reddiyle gereği görüşülüp düşünüldü.

Dava, tavzih talebine ilişkindir.

Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.

Hükmü düzeltilmesi istenen mahkemenin 2003/787 Esasında kayıtlı davada, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak tapu iptal ve tescil isteğinde bulunulduğu, davanın kabulü ile hüküm fıkrasında belirtildiği şekilde anılan davanın davacılarına pay verildiği, hükmün derecattan geçerek kesinleştiği anlaşılmaktadır.

Davacılar, kesinleşen hükümde kendilerine özgülenen payın hatalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açmışlardır.

"HUMK'nın 455 vd. maddelerinde düzenlenen tavzih isteklerinin anılan düzenlemelerdeki koşulların varlığı halinde kesinleşen hükmün infazına kadar ileri sürülebileceği açıktır. Tavzihi istenen hükmün infaz edilmediği anlaşılmaktadır.

"Hal böyle olunca, isteğin incelenmesi koşulların varlığı halinde, kabulü gerekirken yasal olmayan gerekçelerle red edilmesi doğru değildir. Davacıların temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerle HUMK'nın 428. maddesi gereğince (BOZULMASINA), peşin alınan harcın temyiz edene iade edilmesine, 28.09.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

                                                    (YKD. KASIM 2007)
  Ekleyen: gencer  23.12.2007 19:02 Sıra No:579       Okuma:146948 
13.HD.
E: 2007/558 K: 2007/6328
7.5.2007
  • MAHKEME DIŞI İKRAR
      HUMK 286


ÖZET:Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.

Davacı, davalı Mine adına kayıtlı 24 nolu parseldeki taşınmazı satın almak üzere anlaştıklarını ve satış bedeli olarak 10.000 DM ödeme yaptığını, ancak tapu ferağının verilmediğini, davalıların 8.000 DM. ödeme yapıldığını kabul ettiklerinden 8.000 DM.nin döviz faizi ile ödetilmesini istemiştir.

Davalı, davacıya taşınmazın 1.900 YTL.na satılması konusunda anlaşma yaptıklarını, ve davacının 800 YTL. dışında ödeme yapılmadığını, savunarak davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, 8.000 DM.nin döviz faizi ile davalı Baki'den tahsiline, davalı Mine hakkındaki davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davalılar tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, satış bedeline karşılık olarak davalılara 8000 DM karşılığı ödeme yaptığını ileri sürmüş, davalı Baki ise, kendisine 800 YTL. ödeme yapıldığını, DM olarak ödeme yapılmadığını, davalı Mine de kendisine hiçbir ödeme yapılmadığını savunmuştur. Mahkemece, 800 YTL.nın davalı Baki'den tahsiline ilişkin verilen kararın faiz konusunda olumlu ya da olumsuz bir karar verilmemesi nedeni ile bozulması üzerine, mahkemece davalı Baki'nin Jandarmadaki ifadesi gözetilerek , 8.000 DM.nin davalı Baki'den tahsiline karar verilmiştir. Davalı Baki'nin Jandarmadaki 5.7.2002 tarihli ifadesinde, Zülfikar'a tarlamı 2.100 YTL.na sattım.8.000 DM. peşinat aldım.Geriye 13.000 DM. borç kaldı ve ödemedi şeklinde beyanda bulunarak harici ikrarda bulunduğu ve 8.11.2002 tarihli Cumhuriyet Savcılığı huzurundaki ifadesinde ise, tarla sattığını ve karşılığında peşin olarak 800 YTL. aldığını açıkladığı anlaşılmaktadır.

"Mahkeme dışı ikrar, kesin bir delil değildir. Hakim, mahkeme dışı ikrarı doğrulayacak delil ve emare varsa buna dayanarak karar verebilir (HUMK.236/IV). Eş söyleyişle, ikrarın mahkeme dışında yapılması halinde ikrar başka delil ve emare ile kanıtlanması halinde taktiri delil niteliğini kazanır. Bu itibarla mahkeme dışı ikrarın tanıkla kanıtlanması mümkündür. Hal böyle olunca mahkemece, davaya konu alacağa ilişkin taraflara tanık dahil, her türlü delilleri sorulmalı, hakimin bu konudaki kanaatini güçlendirmek üzere, lehine harici ikrarda bulunana tamamlayıcı yemin yaptırılabileceği de (HUMK.nun 236/son) gözetilerek hasıl olacak sonucuna uygun bir karar verilmelidir. Mahkemece delillerin değerlendirilmesinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenle temyiz olunan kararın temyiz eden davalı yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 7.5.2007 gününde oybirliğiyle karar verildi.

                                                    (YKD. KASIM 2007)
  Ekleyen: gencer  23.12.2007 18:58 Sıra No:578       Okuma:146945 
16.HD.
E:1996/2580 K:1996/2543
28.5.1996
  • KAYIT VE BELGELERİN KAPSAMINI TAYİN
  • TAPU KAYDI
      3402 SK 7 20 23


ÖZET:Taraflar arasında Kadastro tasditinden doğan dava sonucunda verilen hükmün Yargıtay'ca incelenmesi istenilmekle; temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı, inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okundu, gereği gorüşüldü:
Kadastro sırasında 297 ada 112 parsel sayılı ,18730 metrekare yüzölçümündeki taşınmaz, tapu kaydı ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği nedeniyle Esat adına tesbit edilmiştir. Davacı Kerem, adına tesbit edilen aynı ada 113 sayılı parsele ait bir kısım yerin davalı parsele katıldığını ileri sürrek dava açmıştır. Mahkemece davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine ve dava konusu parselin 1800 metrekarelik kısmının davacı adına, geri kalan 16930 metrekarelik kısmın davalı adına tapuya tesciline karar verilmiş; hüküm, davacı ve davalı tarafından temyiz edilmiştir. Mahkemece yapılan araştırma, inceleme ve uygulama hüküm vermeye yeterli bulunmamaktadır. Taraflar arasındaki uyuşmazlık ortak sınıra ilişkindir. Taraf tapularının birbirlerini sınır komşusu olarak gösterdiği ve tapu kayıtlarının 4753 sayılı Kanuna göre oluşturduğu tartışmasızdır. Taraflar tapu kayıtlarına dayandıkları gibi, davacı taraf ayrıca, Bulanık Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 6.6.1991 tarih, 1989/60 esas, 1991/113 karar sayılı ilamına dayanmıştır. Dayanılan tapu kayıtları 4753 sayılı Kanuna göre oluştuğundan; kayıtların belirtmelik tutanağı ve haritaya bağlanmış olması gerekir. Mahkemece kayıtların kapsamı belirlenirken, harita ve tutanaklardan yararlanılmaması ve ayrıca taraflar arasında cereyan eden dava dosyası ile ilgili ilamın mahalline uygulanıp, bu ilamın tartışılmamış bulunması isabetli değildir. Bu tür eksik ve yetersiz soruşturmaya dayanılarak karar verilemez. Doğru sonuca varılabilmesi için, dayanılan tapu kayıtlarının eki olan harita ve tutanaklar dosyaya konulduktan sonra mahallinde keşif icra edilmelidir. Keşif sırasında tapu kayıtları, belirtmelik tutanak ve haritaları daha önce taraflar arasında cereyan eden dava ile ilgili ilam ve eki olan krokisi ayrı ayrı uygulanıp, kapsamları ve dolayısıyla ortak sınır belirlenmeli ve toplanacak tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmelidir. Eksik inceleme ile yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenle yerinde bulunduğundan kabulü ile hükmün (BOZULMASINA), 28.5.1996 gününde oybirliğiyle karar verildi.

                                                    (YKD. MART 1997)
  Ekleyen: gencer  22.9.2007 14:43 Sıra No:577       Okuma:148978 
HGK.
E: 2005/9-546 K: 2005/611
26.10.2005
  • DAVANIN İNKARI
  • TEMYİZ AŞAMASINDA BELGE SUNUMU
  • SAVUNMANIN GENİŞLETİLMESİ YASAĞI
      HUMK


ÖZET:: YARGILAMADA DAVAYI İNKAR EDEN DAVALININ SAVUNMASI BORCUN BULUNMADIĞI SAVUNMASINI DA KAPSAR. O NEDENLE, DAVALININ BORCUN NE SEBEPLE BULUNMADIĞINI AÇIKLAMA VE İDDİANIN AKSİNE, DELİLLERİNİ İKAME ETME HAKKININ ORTADAN KALKTIĞINDAN SÖZ EDİLEMEZ. BELİRTİLEN NEDENLERLE, TEMYİZ AŞAMASINDA SUNULAN VE BORCUN SÖNDÜREN BİR BELGENİN VARLIĞI KARŞISINDA SAVUNMANIN GENİŞLETİLMESİ YASAĞINDAN SÖZ EDİLEMEYECEĞİNİN KABULÜ ZORUNLUDUR.

DAVA : Taraflar arasındaki "alacak" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (Osmaniye Birinci Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi)nce davanın kabulüne dair verilen 10.11.2003 gün ve 2002/558 E. 2003/761 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesinin 11.1.2005 gün ve 2004/5645-2005/468 sayılı ilamı ile;

(...1- Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2- Davalı vekilince verilen temyiz dilekçesi ekinde 31.12.1996 tarihli bir ibraname sunulmuştur. Aynı zamanda işçinin şahsi dosyası içinde davacının 7.2.1997 tarihinde yeniden işyerine girişine dair sigorta giriş bildirgesi bulunmaktadır. Hakkı ortadan kaldırabilecek itiraz niteliğindeki bu savunma karşısında, davacı tarafa belgeye karşı diyeceklerinin sorulması ve konuyla ilgili gerekli inceleme yapılmasından sonra bir karar verilmek üzere hükmün bozulması gerekmiştir...)

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz Eden : Davalı vekili.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : A- Davacı isteminin özeti : Davacı, davalı şirket bünyesinde 1.11.1990-19.8.2002 tarihleri arasında aralıksız çalışmasına karşın iş akdinin haksız yere feshedildiğini belirterek, bir kısım işçilik alacakları ile ihbar ve kıdem tazminatına karar verilmesini istemektedir.

B- Davalının yanıtının özeti : Davacı işçinin haber vermeden işini terk ettiğini, noter ihtarnamesi ile işe dönmesi bildirildiği halde işine dönmediği belirtilerek, kabul etmedikleri davanın reddinin gerektiği savunulmaktadır.

C- Yerel Mahkemenin Kararının Özeti : Yerel mahkemece, dinlenen tanık beyanları, incelenen şahsi dosya ve sigorta sicil dosyasının, bilirkişi raporunun kanuna ve olaya uygun olduğu belirtilerek istemin kabulüne karar verilmiştir.

D- Temyiz Evresi Bozma ve Direnme : Hüküm, davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece yukarıya aynen alınan gerekçeyle bozulmuş, yerel mahkeme bu bozmaya karşı "bozmadan önce yargılama safhasında taraf delilleri toplanarak mevcut delil durumuna göre karar verildiği, davalı vekilinin kararı temyiz ederken, delillerin toplanması aşamasında ileri sürmediği bir delili temyiz aşamasında ileri sürdüğünü, mahkemenin, tarafların bildirdiği deliller kapsamında yargılama yapmak ve sonucuna göre karar vermek zorunda olduğu, karar duruşmasına kadar dahi ileri sürülmeyen bir delile hükümden sonra dayanılamayacağı, davacı tarafın, delillerin toplanmasından ve karar verilmesinden sonra ileri sürülen delili kabul etmediği de" belirtilerek, direnme kararı vermiştir.

E- Gerekçe : Dava, ödenmeyen bir kısım işçilik alacakları ile ihbar ve kıdem tazminatı istemine ilişkin olup, uyuşmazlık; temyiz aşamasında sunulan ibranamenin yargılamada dikkate alınması gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

İbra sözleşmesi, İş Kanunu ve Borçlar Kanununda düzenlenmediği halde özellikle iş hukuku uygulamasında önemli bir yere sahiptir. İbra sözleşmesi, gerek öğretide ve gerekse Yargıtay uygulamasında borcu sona erdiren hallerden birisi olarak kabul edilmektedir.

İbra, alacak ve borcu doğrudan doğruya ve kesin olarak ortadan kaldırmaktadır. Tam ibrada borcun tamamı, kısmi ibrada ise borcun ibra edilen kısmı sona ermektedir. Bunun sonucu olarak da, borçlu borcundan kısmen ya da tamamen kurtulmaktadır.

Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 188. maddesinde, "Hakimin re'sen nazarı dikkate alması kanunen iktiza eden hususlar" deyimi ile dava şartlarının kastedildiği ve bu nedenle dava şartlarının mahkemece kendiliğinden gözetileceği hususu öğretide de kabul edilmektedir. Bu noktada, dava hakkının bir anlamda dava şartı olduğu da dikkate alınmalıdır. Dava hakkının varlığı ya da düşmüş bulunmasının incelenmesi, doğrudan hakime verilmiş ödevlerden olması karşısında, Yüksek Özel Daire, önceden ileri sürülmemiş olsa bile temyiz aşamasında dava şartının tamam olup olmadığını kendiliğinden gözetebilir.

Davanın hukuksal niteliği ve somut olayın özelliği gereği davalı, temyiz aşamasında dava konusu borcu söndüren nitelikte bir belge vermişse, bu belge üzerinde gerekli inceleme yapılmak suretiyle bir karar verilmesi gerekir. Diğer bir anlatımla yargılama aşaması henüz tamamlanmamış böyle bir durumda borcu itfa eden belge değerlendirilmeye alınmalıdır. Gerçekten de, yargılamada davayı inkar eden davalının savunması borcun bulunmadığı savunmasını da kapsar. O nedenle, davalının borcun ne sebeple bulunmadığını açıklama ve iddianın aksine, delillerini ikame etme hakkının ortadan kalktığından söz edilemez. Belirtilen nedenlerle, temyiz aşamasında sunulan ve borcun söndüren bir belgenin varlığı karşısında savunmanın genişletilmesi yasağından söz edilemeyeceğinin (HUMK. md. 202) kabulü zorunludur.

Mahkemece hukuki değerlendirmede hataya düşülerek yazılı şekilde direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince (BOZULMASINA), istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 26.10.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi. ******

                                                    (DERLEME)
  Ekleyen: avfehmi  19.8.2006 14:49 Sıra No:576       Okuma:162867 
HGK.
E: 2004/4-642 K: 2004/648
8.12.2004
  • o Rücuan Tazminat
  • o Ev Başkanının Sorumluluğu (Ev Reisinin Sorumluluğu)
  • o Küçüğün Haksız Fiili
  • o Kusursuz Sorumluluk
  • o Küçük ile ev Başkanı Arasındaki Bağımlılık İlişkisinin Kesilmesi
  • o Okul İdaresinin Küçüğün Davranışlarından Sorumluluğu
      743 s. MK m. 320,4721 s. TMK m. 369,YHGK 18.12.2002 gün ve 2002/4-1025


ÖZET:Dava, rücuan tazminat istemine ilişkindir. Davacı idare davalının küçük kızı tarafından dava dışı küçüğün gözüne cam parçası atılması nedeniyle oluşan yaralanmadan dolayı küçüğün velisi tarafından açılan dava nedeniyle ödediği tazminatın aile başkanı sıfatıyla davalıdan tahsilini talep etmektedir.
Uyuşmazlık, İdare Mahkemesinin kesinleşen kararında, zarara neden olan olayda davacı idarenin hizmet kusuru bulunduğunun belirlenmiş olması karşısında, ev başkanı durumundaki davalının da, olay tarihinde yürürlükte bulunan 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin 320. maddesi çerçevesinde, küçük çocuğunu tehlikeli davranışlar konusunda yeterince eğitmediği gerekçesiyle zarardan sorumlu tutulmasının mümkün olup olmadığıdır.
Kanunen, ev başkanı alışılmış şekilde durum ve koşulların gerektirdiği dikkatle gözetim altında bulundurduğunu veya bu dikkat ve özeni gösterseydi dahi zararın meydana gelmesini engelleyemeyeceğini ispat etmedikçe, ev halkından olan küçüğün verdiği zarardan sorumlu olacaktır.
Zarara neden olan olay, öğrenim saatleri içerisinde ve okul alanı içerisinde meydana gelmiştir. Söz konusu okul, yatılı olmayan, öğrencilerin günün belirli saatlerinde gördükleri, öğrenimin bitiminden sonra da evlerine döndükleri bir ilköğretim okuludur. Zarar verenin eylemli olarak evin mensubu olmaktan çıktığı, başka bir ifadeyle ev başkanı ile aralarındaki bağımlılık ilişkisinin kesildiği durumlarda, ev başkanının sorumluluğu bu durumun sona erdiği ve zarar verenin tekrar evin mensubu haline geldiği ana kadar ortadan kalkar. Bağımlılık ilişkisinin hangi hallerde kesileceği, uyuşmazlığı doğuran her somut olayın kendi özellikleri çerçevesinde ayrı ayrı değerlendirilmelidir.
Ev başkanı ve baba durumundaki davalının, küçüğün öğrenci velisi sıfatını da birlikte taşısa bile, teneffüs dahil, okul saatleri içerisinde fiilen küçüğün yanında olmasının mümkün olmaması karşısında, bağımlılık ilişkisinin kesildiği ve küçüğün, öğrencilik sıfatıyla tamamen okul idaresinin gözetimi altına girdiği, ona bağımlı halde bulunduğu kabul edilmelidir.
Ancak, ev başkanı salt bu sıfatından dolayı, eğer somut olayın özellikleri onu gerektiriyorsa, küçüğün kendisiyle aralarındaki bağımlılık ilişkisinin kesildiği yer ve zamanlardaki davranışlarının sonuçlarından dahi sorumlu tutulabilir.
Eğer, küçüğü zarar verici eylemde bulunmaya götüren süreçte ev başkanına yüklenebilecek bir kusur varsa, onun sonuçlarından sorumlu olacaktır.
Küçük çocuklar, zarar verici olabileceği konusunda yeterli muhakeme yeteneğine henüz sahip olmadıkları için eylemlerinde kontrolsüz, ölçüsüz ve aşırı olabilir, üçüncü kişilere zarar verici davranışlarda bulunabilirler.
Öte yandan, eğitim doğumla birlikte aile içerisinde başlar ve çocuğun kişiliği okul öncesi döneminde içinde bulunduğu aile ortamı içinde kendisine model oluşturan yetişkinlerin davranışlarını taklit ederek ve onların telkinleri ile şekillenir. Bu nedenle, kendisi şiddete maruz kalan çocuklar, başkalarına aynı davranışları yansıtma eğiliminde olabilirler.
O halde, kavga ettiği bir arkadaşının gözüne cam parçası fırlatarak görme yeteneğini yitirmesine neden olan bir küçüğün bu davranışının, salt okul ortamında ve dolayısıyla kendisiyle fiili bağımlılık ilişkisinin kesildiği bir yer ve zamanda gerçekleşmiş olmasına bakılarak, aile başkanının doğan zarardan hiçbir şekilde sorumlu tutulamayacağı düşünülemez.
Yasanın ev başkanına yüklediği "gözetim altında bulundurma" görevi, sadece bağımlılık ilişkisinin söz konusu olduğu zamanlardaki eylemli bir gözetimle sınırlı olmayıp küçüğün eğitim sürecinde aile başkanı sıfatıyla kendisine düşen görevleri tam olarak yerine getirmeyi de kapsar. Küçüğün, bu görevin yerine getirilmesindeki bir eksiklik nedeniyle, aralarındaki bağımlılık ilişkisinin kesildiği anlarda dahi olsa, başkasına zarar verici davranışta bulunması halinde, ev başkanı sorumlu olacaktır.
Olayda, davalının ev başkanı sıfatıyla küçüğü gözetim altında bulundurma görevini yerine getirmede herhangi bir kusuru bulunup bulunmadığı saptanmalı; bunun için de aile ortamının özellikleri, yetiştirme ilkeleri, küçüğe aile içerisinde gereken ilgi ve özenin gösterilmiş olup olmadığı, saldırgan davranışlara özendirici tutumlara maruz bırakılıp bırakılmadığı, başkalarına zarar verme olasılığı bulunan davranışlar konusunda kendisine gerekli, yeterli eğitimin verilip verilmediği araştırılmalı; küçüğün zarar verici eylemde bulunmasında davalıya yüklenebilecek bir kusur bulunup bulunmadığı belirlenmeli; kusurun varlığının saptanması halinde, bu kusur ile doğmuş olan zararlı sonuç arasında uygun nedensellik bağı olup olmadığı tespit edilkerek sonucuna göre, tarafların sosyo-ekonomik durumları da gözetilerek bir karar verilmelidir.
TAM METİN :
Taraflar arasındaki "rücuan tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Sarıkamış Asliye Hukuk Mahkemesi'nce davanın reddine dair verilen 24.10.2002 gün ve 2002/130-118 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin 09.12.2003 gün ve 2003/4661- 14392 sayılı ilamı ile;
(...Dava, rücuan tazminat istemine ilişkindir. Davacı idare davalı A'nın ilkokul 4. sınıfta okuyan kızı L. tarafından dava dışı Ş'nin gözüne cam parçası atılması nedeniyle oluşan yaralanmadan dolayı olay tarihinde ilkokul beşinci sınıf öğrencisi olan Ş'nin velisi tarafından açılan dava nedeniyle ödediği tazminatın aile başkanı sıfatıyla davalı A'dan tahsilini istemiş, yerel mahkemece okul saatleri içinde ve okulda meydana gelen olay nedeniyle davalının aile başkanı olarak sorumluluğunun bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Medeni Kanun'un 369/1. maddesine göre, ev başkanı ev halkından olan küçüğün, kısıtlının, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı bulunan kişinin verdiği zarardan, alışılmış şekilde durum ve koşulların gerektirdiği dikkatle onu gözetim altında bulundurduğunu veya bu dikkat ve özeni gösterseydi dahi zararın meydana gelmesini engelleyemeyeceğini ispat etmedikçe sorumludur. Maddenin açık ifadesinden de anlaşıldığı gibi, üçüncü kişilere verdikleri zararla ev başkanını sorumluluk altına sokanlar; küçük, kısıtlı ve akıl hastalığı veya akıl zayıflığı olan kimselerdir.
Hukuk düzeni, ev başkanını koruyucu ve güvenilir kişi; küçükleri, kısıtlıları, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı bulunanları korunmaya ve gözetime muhtaç kimseler olarak kabul eder. Bu kişiler, küçüklükleri, tecrübesizlikleri, akli yetersizlik ve dengesizlikleri sebebiyle başkaları için tehlike teşkil ettikleri gibi, aynı şekilde başkaları da kendileri için tehlike oluşturabilir. Velayet ve vesayet kurumları küçük ve kısıtlıların, ailenin ve üçüncü kişilerin korunması amacıyla konulmuştur.
Ev başkanlığı, aile halinde birlikte yaşayanların idare edilmesine, öncelikle aile üyeleri arasında bir düzenin kurulmasına, bunların yararına olarak birliğin korunmasına hizmet eder. Bununla beraber ev başkanlığı kurumuyla güdülen asıl amaç, gözetime muhtaç aile üyelerine karşı zarara uğramış olan üçüncü kişileri korumaktır. Yani ev başkanlığı yalnız yetkiler veren bir kurum olmayıp, aynı zamanda görev ve sorumluluklar da yükleyen bir kurumdur. Ev başkanı özen ve gözetim görevini yerine getirmemesinden dolayı üçüncü kişiler bir zarara uğramışlarsa, bu zararı tazminle sorumludur. Ev başkanının MK'nın 369/1. maddesinden doğan sorumluluğu, her şeyden önce şahıs itibariyle sınırlıdır. Başka bir deyişle ev başkanı, sadece küçük ve kısıtlıların haksız davranışları ile başkalarına verdikleri zararlardan sorumludur.
Kural olan, kusurlu davranıştan sadece failin sorumlu kılınması ve bundan doğacak sonuçlara da bizzat onun katlanmasıdır. Cezai sorumlulukta bu ilke "kusurun şahsileştirilmesi" prensibi ile kabul edilmiştir. Aynı ilke, kural olarak hukuki sorumlulukta da geçerlidir. BK'nın 41. maddesinde ifadesini bulan bu ilke gereğince, herkes "Gerek kasten, gerek ihmal ve teseyyüp veya tedbirsizlikle haksız bir "surette" başkalarına verdiği zararı tazminle yükümlüdür.
Bununla beraber pozitif hukuk düzenleri bu tabii hukuk kurallarına bazı istisnalar getirmişlerdir. Söz konusu istisnalara, daha çok sorumlu kişilerin zarar verenle belirli veya kişisel bir ilişki içinde bulunduğu hallerde yer verilmiştir. İşte, hukuk sistemimizde başkasının eyleminden sorumluluğu düzenleyen ayrık hükümlerden biri de MK'nın 369/1. maddesidir.
MK'nın 369/1. maddesi toplumsal hayatta büyük bir pratik ve hukuki ihtiyaca cevap vermektedir. Gerçekten her toplumun önemli bir kesimini çocuklar, yasal bir deyişle, küçükler oluşturur. Bunlar yaşları ve ruhi yapıları itibariyle oyuna ve oyun aletlerine düşkündürler. Ayrıca, çevrelerine karşı aşırı bir ilgi duyarlar. Bu nedenle zamanlarının çoğunu evde, okulda, parkta, sokakta ya da mahalle aralarında oynayarak geçirirler. Gerek oyun içinde, gerekse oyun dışında oyuncak veya diğer araç ve gereçlerle birbirlerine veya üçüncü kişilere her zaman zarar verebilirler. Çocukların bilerek veya bilmeyerek birbirlerinin beden bütünlüğüne ve şahsiyet haklarına saldırıda bulunmaları rastlanılan olaylardandır.
Bütün bu durumlarda, küçük temyiz kudretine sahip ise verdiği zarardan bizzat sorumludur. Ancak, birçok durumda mal varlığı olmadığı için fiilen, birçok durumda ise hem mal varlığı, hem de haksız fiil ehliyeti olmadığı için gerek fiilen, gerekse hukuken sorumlu tutulmaları söz konusu olamamaktadır. Kaldı ki, özen ve gözetime muhtaç kimseleri şahsen sorumlu tutmak mümkün olsa bile, zararın tamamını tazmin ettirmek olanağı her zaman bulunmayabilir. Çünkü temyiz kudretleri yoksa zarar veren aile üyeleri ancak hakkaniyet gereğince sorumlu tutulabilirler (BK. m. 54). Oysa, hakkaniyet ölçüsü bazı hallerde uğranılan zararın tamamının tazminine imkan vermez. Zira, hakkaniyet sorumluluğunda zarar verenin ekonomik durumu elverdiği ölçüde zarar tazmin edilir. İşte bu tür fiili ve hukuki imkansızlıklar küçük, kısıtlı akıl hastası veya akıl zayıfı aile üyelerinin davranışlarından zarar gören kimselere karşı başka bir şahsın sorumlu kılınması ihtiyacını doğurmuştur. Gerçekten, çok sık meydana gelen bu olaylarda, toplumu savunmasız bırakmamak; onu, küçüklere, kısıtlılara, akıl hastası ve akıl zayıflarına karşı korumak gerekir. İşte toplum yararı ve işlerin güvenle yürütülmesi ilkesi, zarar veren bu kimselerin yanında, başka birinin de sorumlu tutulmasını zorunlu kılmıştır.
Türk Hukuk sisteminde ev başkanının sorumluluğu kusura dayanmaz. Diğer bir anlatımla bu sorumluluk kusursuz sorumluluktur. Medeni Kanun'un sözü edilen maddesinde öngörülen ana ilke ev başkanının gözetimindeki özen ödevini yapmamasıdır.
Ev başkanının sorumluluğunun ilk şartı, gözetime muhtaç bir aile üyesinin zararlı bir davranışta bulunmasıdır. Zararlı davranış olumlu hareketlerle olabileceği gibi olumsuz hareketlerle de yaratılır. Olumsuz davranış, başkasını zarardan korumak için bir harekette bulunmak yükümlülüğünün mevcut olmasına rağmen böyle bir davranışta bulunulmadığı zaman söz konusu olur. Bununla birlikte, zararlı davranışlar içinde en çok görüleni olumsuz davranışlardır. Bunlara uygulamada çok çeşitli örnekler verilebilir. Örneğin, oyun sırasında sopa veya dikenli dalla arkadaşına vurmak, taş, kartopu, kağıttan uçak, silgi, ok ve cam gibi cisimler atmak, bıçakla yaralamak, ateşli silahlarla veya oyuncak tabanca ile oynamak, tüfek veya tabanca ile ateş etmek, bir araçla çarpmak, yangın çıkarmak, ırza geçmek ve hırsızlık yapmak gibi eylemlerde durum böyledir.
MK'nın 369/1. maddesinin uygulanabilmesi için her şeyden önce ortada bir zararın bulunması gerekir. Gözetime muhtaç aile üyelerinin sebep oldukları zararın çeşidi, ev başkanının sorumluluğu bakımından önemli değildir. Zira, ev başkanı gözetimi altındaki kişilerin üçüncü kişilere verdikleri her türlü zarardan sorumludur. Bu zararlar, beden bütünlüğünün ihlali, adam öldürme gibi şahsa ilişkin olabileceği gibi eşya ile ilgili de olabilir. Uygulamada en çok görülen zarar türü, beden bütünlüğüne yönelen zararlardır. Bunlar arasında en çok gözü kör etmek, yaralamak, parmak kesmek, ölüme sebebiyet vermek gibi zararlara rastlanmaktadır. Eşya ile ilgili zararlar arasında ise yakmak, yıkmak, hırsızlık, şahsiyet haklarına yönelik zararlar arasında ise, ırza geçme başta gelmektedir.
Ev başkanının kendine düşen özen ve gözetim görevini yerine getirip getirmediği, zarar verici olayın özelliklerine göre belirlenmelidir. Her olayın gerektirdiği tedbirler, her şeyden önce, kendi şartları içinde düşünülmelidir. Bu bakımdan, ev başkanının alması gereken tedbirler olaydan olaya göre değişebilir. Örneğin, zarar verici olayın gerekli kıldığı tedbirler duruma göre sadece eğitmek, öğüt ve talimat vermek, uyarı, ihtar ve yasaklamak şeklinde olabileceği gibi, bunların izlenmesi ve kontrol edilmesi şeklinde de olabilir. Bununla beraber, zarar verici olay ve tehlikeye dikkat çekmek, bilgi vermek ve aydınlatmak, duruma göre tehlikeli şeyleri ortadan kaldırmak, atmak veya muhafaza altına almak da somut olayın gerektirdiği tedbirler çerçevesinde düşünülebilir. Tüm zarar verici eylemlerde ev başkanına düşen tedbirler, genel ilkeler içinde düşünülmelidir. Zira, en zararsız oyuncak veya nesneler bile, bazen küçüklerin dikkatsizlikleri ve beceriksizlikleri nedeniyle veya umulmayan bir sebebin eklenmesiyle zarara sebep olabilir.
Yukarıdaki bilimsel açıklamalar ışığında dava konusu olayın değerlendirilmesine gelince; davacı idarenin okul saatleri içinde gereken dikkat ve özeni göstermediği, öğrenciler teneffüste gözetimden uzak kaldığından dolayı davalının küçük çocuğunun dava dışı küçüğün gözüne cam parçası atması ile beden gücü kaybı oluşacak şekilde yaralanmanın meydana geldiği idarenin hizmet kusurunun bulunduğu idari yargı kararı ile de belirlenmiştir. Ne var ki davalı ev başkanı olarak MK'nın 369/1. maddesi gereğince küçük çocuğunu tehlikeli davranışlar konusunda yeterince eğitmediğinden sorumluluğu bulunmaktadır. Tarafların sorumluluklarının ölçüsü somut olayın özellikleri; fiziksel ve çevresel faktörler ve sosyo-ekonomik durumu da gözetilerek belirlendikten sonra tazminata hükmedilmesi gerekir. Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilmeksizin davanın reddedilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir...)
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Asıl ve birleştirilen dava, rücuen tazminat istemine ilişkindir.
A- DAVACI İSTEMİNİN ÖZETİ:
Davacı Milli Eğitim Bakanlığı vekili, Sarıkamış E. İlköğretim Okulu 4. sınıf öğrencisi olan davalının kızı L.'nin attığı cam parçasının gözüne isabet etmesi sonucunda, aynı okul öğrencilerinden Ş.'nin sol gözünü kaybettiğini, babası N.'nin bu olay sebebiyle Milli Eğitim Bakanlığı aleyhine hizmet kusuruna dayanarak Erzurum İdare Mahkemesi'nde açtığı maddi ve manevi tazminat davası sonucunda verilip kesinleşen karar gereğince, kendisine tazminat ve faiz olarak 03.07.2002 tarihinde toplam 54.306.660.000.-TL ödendiğini; tazminata sebep olayın küçük L.'den kaynaklanmasından dolayı, babası olan davalının 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin 320. maddesi gereğince aile başkanı sıfatıyla ve kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca zarardan sorumlu bulunduğunu, davalının veli olarak objektif özen yükümlülüğünü yerine getirmediğini ileri sürerek, ödenen tazminat tutarı 54.406.660.000.-TL'nin, ödeme gününden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan rücuen tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davacı vekilince 15.01.2004 tarihli dilekçeyle açılıp 14.04.2004 tarihli kararla birleştirilen davada ise, asıl davanın açılmasından sonra İdare Mahkemesi kararı uyarınca davacı tarafından N'ye 12.05.2003 tarihinde ödenen 5.055.350.000.-TL avukatlık ücretinin de ödeme tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsili istenilmiştir.
B- DAVALI CEVABININ ÖZETİ:
Davalı A. asıl davaya cevap vermemiş, birleştirilen davadaki cevap dilekçesinde, olayın okul saatleri içerisinde meydana geldiğini, okulda geçen sürelerde kendisinin küçük kızından sorumlu olmadığını, sorumluluğun okul idaresine devredilmiş bulunduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.
C- YEREL MAHKEME KARARININ ÖZETİ:
Yerel mahkeme, zarar verici olayın okulların açık olduğu bir zamanda ve davacı Milli Eğitim Bakanlığı'nın sorumluluğu altındaki bir yerde meydana geldiği; çocuğunu okula gönderip idareye teslim eden davalının okul saatleri içinde başka bir tedbir almasının mümkün bulunmadığı, Medeni Kanun'un 369/1. maddesi gereğince alışılmış şekilde çocuğunu gözetim altında tuttuğu açıkça anlaşılan ev başkanı davalının bir kusurundan söz edilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.
D- TEMYİZ EVRESİ VE DİRENME:
Davacı vekilince, zarar verici olayın gereken dikkat ve özeni göstermemiş olmasından kaynaklandığı öne sürülerek temyiz edilen karar, özel dairece yukarıdaki gerekçeyle bozulmuş; yerel mahkeme gerekçesini tekrarlayarak önceki kararında direnmiştir.
Bu karar taraflarca temyiz edilmiştir.
E- MADDİ OLAY:
Sarıkamış E. ilköğretim Okulu 4. sınıf öğrencisi olan davalının kızı 28.03.1986 doğumlu L. ile, aynı okulda 5. sınıf öğrencisi olan dava dışı N'nin kızı Ş'nin, 21.10.1997 günü teneffüs saatinde okul alanı içerisinde kavga ettikleri, L' nin bir cam parçasını fırlatması sonucunda, Ş'nin sol gözünün görme yeteneğini yitirdiği; Sarıkamış Cumhuriyet Savcılığı'nın 19.02.1998 günlü iddianamesiyle, işlenen suçun TCK'nın 456/2. maddesi kapsamında bulunduğu, ancak suç tarihinde 11 yaşını bitiren, 15 yaşından küçük olan sanık L'nin farik ve mümeyyiz olmadığının doktor raporuyla belirlendiği gerekçesiyle, hakkında 2253 S.K. uyarınca tedbir uygulanmasını istediği, Sarıkamış Asliye Ceza Mahkemesi'nin 24.04.1998 günlü kararıyla suçu sabit gördüğü ve sanığın anılan yasa uyarınca babasına teslimine hükmettiği; Ş'ye velayeten babası N. tarafından Milli Eğitim Bakanlığı aleyhine 18.01.1999 günlü dilekçeyle açılıp, Erzurum İdare Mahkemesi'nin 2002/32 esas sayılı dosyasıyla görülen tazminat davası sonucunda, olayda davalı Bakanlığın hizmet kusuru bulunduğu kabul edilmek ve alınan sağlık kurulu raporundaki % 32 oranında işgücü kaybı ve uzuv tatili bulunduğuna dair değerlendirme ile bu orana göre bilirkişice yapılan tazminat hesabı esas alınmak suretiyle, 16.892.000.000.-TL maddi tazminatın idareye başvuru tarihi olan 18.09.1998'den itibaren yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline, davacı yararına 1.213.520.000.-TL avukatlık ücretine karar verildiği, 17.01.2002 günlü bu kararın temyiz edilmeyerek 14.03.2002 günü kesinleştiği; davacı Bakanlığın bu ilama dayalı olarak, dava dışı N'ye, hüküm altına alınan tazminat tutarı ve işlemiş faizleri toplamı 54.306.660.000.-TL'yi 03.07.2002 günü; ilamdaki avukatlık ücreti ve yargılama giderleri ile bunların işlemiş faizleri toplamı 5.055.350.000.-TL'yi de 12.05.2003 günü ödediği toplanan delillerden anlaşılmaktadır. Bu yönler uyuşmazlık konusu da değildir.
F- GEREKÇE:
1. Davacı vekilinin temyiz itirazları bakımından:
Bozma ve direnme kararlarının gerekçe ve kapsamları itibariyle Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, İdare Mahkemesinin kesinleşen kararında, zarara neden olan olayda davacı idarenin hizmet kusuru bulunduğunun belirlenmiş olması karşısında, ev başkanı (ev reisi) durumundaki davalının da, olay tarihinde yürürlükte bulunan 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin 320. maddesi çerçevesinde, küçük çocuğunu tehlikeli davranışlar konusunda yeterince eğitmediği gerekçesiyle zarardan sorumlu tutulmasının mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, özel daire bozma ilamında, Türk Medeni Kanunu'nun 369/1. maddesindeki düzenlemeye ve konuya ilişkin bilimsel görüşlere dayalı olarak, "ev başkanı" kavramına ve onun sorumluluğuna ilişkin ilkeler yönünden yapılan açıklamaların; zarara neden olan eylemin gerçekleştiği tarih itibariyle somut olayda uygulanması gereken ve anılan hükme tamamen paralel bir düzenlemeyi içeren 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin 320. maddesindeki "ev reisi" kavramı ile onun sorumluluğuna ilişkin genel ilkeler bakımından da geçerli bulunduğu, Hukuk Genel Kurulu'ndaki görüşme sırasında ittifakla benimsenmiştir.
Gerek Türk Medeni Kanunu'nun 369/1 ve gerekse 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin 320. maddelerinde, ev başkanının (ev reisinin) alışılmış şekilde durum ve koşulların gerektirdiği dikkatle gözetim altında bulundurduğunu veya bu dikkat ve özeni gösterseydi dahi zararın meydana gelmesini engelleyemeyeceğini ispat etmedikçe, ev halkından olan küçüğün ve sayılan diğer kişilerin verdiği zarardan sorumlu olacağı benimsenmiştir. Bu benimsemenin nedeni, hukuk düzeninin, ev başkanını (ev reisini) koruyucu ve güvenilir kişi; -somut olaydaki gibi- küçüğü ise, korunmaya ve gözetime muhtaç kimse olarak kabul etmesidir.
Bu noktada, somut olay bakımından şu yönün açıklanmasında yarar görülmüştür: Zarara neden olan olay, öğrenim saatleri içerisinde ve okul alanı içerisinde meydana gelmiştir. Söz konusu okul, yatılı olmayan, öğrencilerin günün belirli saatlerinde gördükleri, öğrenimin bitiminden sonra da evlerine döndükleri bir ilköğretim okuludur.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 18.12.2002 gün ve 2002/4- 1025 Esas, 2002/1080 Karar sayılı kararında da açıklandığı üzere, zarar verenin eylemli olarak evin mensubu olmaktan çıktığı, başka bir ifadeyle aralarındaki bağımlılık ilişkisinin kesildiği durumlarda, ev başkanının (ev reisinin) sorumluluğu bu durumun sona erdiği ve zarar verenin tekrar evin mensubu haline geldiği ana kadar ortadan kalkar. Bağımlılık ilişkisinin hangi hallerde kesileceği, uyuşmazlığı doğuran her somut olayın kendi özellikleri çerçevesinde ayrı ayrı değerlendirilmesi gereken bir sorun olmakla birlikte, örneğin, akıl zayıflığı taşıyan birinin sağlık kurumuna yatırıldığı veya bir öğrencinin yatılı okula alındığı hallerde, ev başkanı (ev reisi) ile aralarındaki bağımlılık ilişkisinin kesilmiş sayılması gerektiğinde öğreti ve Yargıtay kararlarında görüş birliği vardır. Buna karşılık, somut olayda olduğu gibi yatılı olmayan, öğrencilerin sadece günün belirli saatlerinde öğrenim gördükleri eğitim kurumlarında geçen süre bakımından, ev başkanı ile zarar veren arasındaki bağımlılık ilişkisinin kesilip kesilmeyeceği konusunda farklı görüşler bulunmaktadır.
Hukuk Genel Kurulu'ndaki görüşme sırasında, bu nitelikteki bir eğitim kurumunda, ev başkanı ve baba durumundaki davalının, küçüğün öğrenci velisi sıfatını da birlikte taşısa bile, teneffüs dahil, okul saatleri içerisinde fiilen küçüğün yanında olmasına hem eğitim ilkeleri açısından ve hem de eylemli olarak olanak bulunmaması karşısında, bağımlılık ilişkisinin kesildiği ve küçüğün, öğrencilik sıfatıyla tamamen okul idaresinin gözetimi altına girdiği, ona bağımlı halde bulunduğu kabul edilmiştir.
Dolayısıyla, somut olayda, davalı ile küçük kızı arasında, olayın meydana geldiği yer ve zaman itibariyle, bir bağımlılık ilişkisinden söz edilemez; davalının böylesi bir ilişkiden kaynaklanan sorumluluğu söz konusu olamaz.
Ne var ki, ev başkanı salt bu sıfatından dolayı, eğer somut olayın özellikleri onu gerektiriyorsa, küçüğün kendisiyle aralarındaki bağımlılık ilişkisinin kesildiği yer ve zamanlardaki davranışlarının sonuçlarından dahi sorumlu tutulabilir.
Vurgulanmalıdır ki, ev başkanının sorumluluğunun kusursuz sorumluluk ilkesi çevresinde değerlendirilmesinin nedeni, sadece, doğan zararın doğrudan doğruya kendisinin kusurlu bir eyleminden kaynaklanmaması; başkasının (somut olaydaki gibi, küçüğün) zarar verici bir eyleminin sonuçlarından sorumlu tutuluyor olmasıdır. Eğer, küçüğü zarar verici eylemde bulunmaya götüren süreçte ev başkanına yüklenebilecek bir kusur varsa, onun sonuçlarından sorumlu olacağı doğaldır.
Özel daire bozma kararında ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, küçükler, ruhsal yapıları itibariyle oyuna ve oyun aletlerine düşkün, çevrelerine karşı aşırı ilgilidirler. Hangi davranışlarının zarar verici olabileceği konusunda yeterli muhakeme yeteneğine henüz sahip olmadıkları için de, eylemlerinde kontrolsüz, ölçüsüz ve aşırı olabilir, üçüncü kişilere zarar verici davranışlarda bulunabilirler.
Öte yandan, eğitimin doğumla birlikte aile içerisinde başlayan, belli bir yaştan sonra ilgili eğitim kurumlarının da katkısıyla süren ve ölümle sonlanan bir süreç olduğu; kişiliğin büyük ölçüde bireyin okul öncesi döneminde, aile içerisinde geçen 0-6 yaş arasında oluştuğu; kişiliğin bu dönemde bulunduğu aile ortamında kendisine model oluşturan yetişkinlerin davranışlarını taklit ettiği, belli durumlarda hangi davranışı benimseyeceği konusundaki telkinlere de tamamen açık bulunduğu, en önemlisi de, günlük yaşam içerisinde tanık olduğu gerçek uygulamaları büyük ölçüde birebir benimsediği, kendisi şiddete maruz kalan çocukların, başkalarına aynı davranışları yansıtma eğiliminde olabildiği bilinmektedir.
O halde, kavga ettiği bir arkadaşının gözüne cam parçası fırlatarak görme yeteneğini yitirmesine neden olan bir küçüğün bu davranışının, salt okul ortamında ve dolayısıyla kendisiyle fiili bağımlılık ilişkisinin kesildiği bir yer ve zamanda gerçekleşmiş olmasına bakılarak, aile başkanının doğan zarardan hiçbir şekilde sorumlu tutulamayacağı düşünülemez.
Yasanın ev başkanına yüklediği "gözetim altında bulundurma" görevinin, sadece bağımlılık ilişkisinin söz konusu olduğu zamanlardaki eylemli bir gözetimle sınırlı bulunmadığı; küçüğün eğitim sürecinde aile başkanı sıfatıyla kendisine düşen görevleri tam olarak yerine getirmeyi de kapsadığı ve küçüğün, bu görevin yerine getirilmesindeki bir eksiklik nedeniyle, aralarındaki bağımlılık ilişkisinin kesildiği anlarda dahi olsa, başkasına zarar verici davranışta bulunması halinde, sorumluluğun mevcut olacağı kabul edilmeli; anılan kavram bu içerikte anlaşılmalıdır.
Bu ilkeler ışığında, somut olaya bakıldığında; mahkemece yapılması gereken iş;
Davalının ev başkanı sıfatıyla küçüğü gözetim altında bulundurma görevini yerine getirmede herhangi bir kusuru bulunup bulunmadığının saptanması; bunun için de aile ortamının özellikleri, yetiştirme ilkeleri, küçüğe aile içerisinde gereken ilgi ve özenin gösterilmiş olup olmadığı, saldırgan davranışlara özendirici tutumlara maruz bırakılıp bırakılmadığı, başkalarına zarar verme olasılığı bulunan davranışlar konusunda kendisine gerekli, yeterli eğitimin verilip verilmediği ve somut olay bakımından sonuca etkili olabilecek benzeri yönlerden gerekli araştırma ve incelemenin yapılması; bu konuda çocuk gelişimi ve eğitimi konusunda uzmanlığı bulunan bilirkişiden veya bilirkişi kurulundan da görüş alınması; bu yolla, somut olayda küçüğün zarar verici eylemde bulunmasında davalıya yüklenebilecek bir kusur bulunup bulunmadığının belirlenmesi; kusurun varlığının saptanması halinde, bu kusur ile doğmuş olan zararlı sonuç arasında uygun nedensellik bağı olup olmadığının, eğer bu bağ varsa, söz konusu kusurun, zararlı sonucun doğmasında hangi oranda etkili olduğunun belirlenmesi, ortaya çıkacak uygun sonuç çerçevesinde, tarafların sosyo-ekonomik durumları da gözetilerek bir karar verilmesidir.
Yerel mahkemece, aynı sonucu öngören özel daire bozma kararına uyulmak gerekirken, eksik incelemeye dayalı önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.
2. Bozma nedenine göre davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda ve özel daire bozma ilamında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK'nın 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 08.12.2004 gününde oyçokluğu ile karar verildi.


Kaynak: yargıMatik RD

                                                    (DERLEME)
  Ekleyen: avfehmi  19.8.2006 14:49 Sıra No:575       Okuma:163922 
19.HD.
E: 2005/3425 K: 2005/12441
12.12.2005
  • o İTİRAZIN İPTALİ
  • o SEVK İRSALİYESİNDE TESLİM ALANIN İMZASININ BULUNMAMASI
  • o YAZILI DELİL / İSPAT
  • o MALLARIN TESLİM EDİLDİĞİNİN İSPATI
      2004/m. 67,1086/m. 287


ÖZET:: Dava, itirazın iptali talebine ilişkindir. Davalı, takip dayanağı faturadaki malların kendisine teslim edilmediğini, borçlu olmadığını iddia etmiştir. Dosyaya ibraz edilen sevk irsaliyesinde teslim alanın imzası bulunmamaktadır. Fatura, tek başına sözleşme ilişkisinin kanıtı değildir. Bu durumda davacının dava konusu malları davalıya teslim ettiğini yazılı delille ispatlaması gerekir.
DAVA : Taraflar arasındaki İtirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Dava, taraflar arasındaki ticari ilişki sonucu düzenlenen faturaya dayalı bakiye alacağın tahsili için girişilen icra takibine yapılan itirazın iptali istemine ilişkindir.
Davalı vekili, HUMK'nun 9. maddesi gereği müvekkilinin ikametgahı Manisa Asliye Hukuk Mahkemeleri'nin yetkili olduğunu belirterek yetki itirazında bulunmuş, esas hakkındaki savunmasında müvekkilinin ticareti terk ettiğini, defterlerinin çalındığını ve şikayette bulunduklarını, davacıdan mal teslim almadığını beyanla davanın reddini istemiştir.
Mahkemece benimsenen bilirkişi raporuna göre, davanın kısmen kabulüne, davalı aleyhine yapılan icra takibine davalının itirazının iptali ile icra takibinin 1.550.000.000.- TL asıl alacağa takip tarihinden itibaren 4489 Sayılı Yasa ile değişik 3095 Sayılı Yasanın 1/2 bendindeki faiz oranı uygulanmak suretiyle devamına, % 40 icra inkar tazminatı tutan 620.000.000.TL'nin davalıdan tahsiline karar verilmiş, hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir.
Davalı, dava konusu faturada yazılı malların kendisine teslim edilmediğini ve bu nedenle borçlu olmadığını savunmuştur. Dosyaya sunulan sevk irsaliyesinde teslim alan, imzası bulunmaktadır. Fatura, tek başına akdi ilişkinin kanıtı olamaz. Bu durumda davacının dava konusu malların davalıya satıp teslim ettiğini yazılı delille kanıtlama yükümlülüğü bulunmaktadır.
Mahkemece bu yönler üzerinde durulmadan eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün temyiz eden davalı yararına BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde iadesine, 12.12.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi.

                                                    (DERLEME)
  Ekleyen: avfehmi  19.8.2006 14:48 Sıra No:574       Okuma:162497 
15.HD.
E: 1984/1631 K: 1984/3266
31.10.1984
  • o ESER SÖZLEŞMESİ ( Yazılı Olarak Yapılmış Olmaması )
  • o SENETLE İSPAT VE TANIK DİNLENMESİ ŞARTLARI ( Eser Sözleşmesi )
  • o TANIK DİNLEME ŞARTLARI ( Eser Sözleşmesinin Yazılı Olarak yapılmış Olmaması )
      1086/m.293,818/m.288


ÖZET:Kural olarak bir şey ortaya çıkarma, imal etme, husule getirme olan eser sözleşmesi Borçlar Kanunumuzda belli bir şekle tabi tutulmamıştır.Halin gereğine ve tarafların durumuna göre senede bağlanmaması teamül haline gelen işlemlerde tanık dinlenilebilir.
DAVA : Taraflar arasındaki davanın Kartal İkinci Asliye Hukuk Hakimliği`nce görülerek mahkeme ilamında belirtilen gerekçelere binaen verilen 30.12.1983 tarih ve 288-1391 sayılı hükmün temyizen tetkiki davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla; dosyadaki kağıtlar okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı yüklenici davasında, davalının satın aldığı bir katlı taşınmaz üzerine altı dairenin yapımını götürü bedelle üstlendiğini ve bitirildiğini beyanla asgari maliyet rayiç bedeli alacak 2.200.000 lira için ödetme kararı verilmesini talep etmiş, davalı, öncelikle taşınmazın kendisine ait olmadığını açıklayarak husumet itirazında bulunup esas cevapta, aralarında istisna sözleşmesi mevcut olmadığını ve yapıldığı iddia edilen işlerin de davacı tarafından yapılmadığını ileri sürmüştür.
Yerel mahkeme, yargılamada dinlenen tanık beyanları ile alınan bilirkişi raporuna dayanarak fazlaya ilişkin istemin reddi ile 2.156.841 lira alacak için ödetme kararı vermiştir. Mahkeme kararını davalı vekili temyiz eylemiştir.
İstisna akdi kavramı, BK. m. 355`deki tanıma göre ( İstisna, bir akittir ki onunla bir taraf ( müteahhit ) diğer tarafın ( iş sahibi ) vermeyi taahhüt eylediği semen ( bedel ) mukabilinde, bir şey imalini iltizam eder. ) yüklenmeyi kapsar. Kural olarak bir şey ortaya çıkarma, imal etme, husule getirme olan eser sözleşmesi Borçlar Kanunumuzda belli bir şekle tabi tutulmamıştır.
Ancak olayımızda, yapımı yüklenilen inşaat, iş davalı tarafından inkar edilerek taraflar arasında akdi bir ilişkinin mevcut olmadığı savunulmakta ve böylece akdi ilişkinin mevcudiyeti varlığı inkar ile ihtilaflı hale gelmektedir.
HUMK.nun değişik 288. maddesi hükmünce; bir hakkın doğumu, düşürülmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacı ile yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri beşbin lirayı geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir.
Bu maddede öngörülen şekil, geçerlik şekli değil, usul hukuku yönünden konulmuş ispat şeklidir. İspat şeklinin zorunluluğu nedeni ile hukuki işlemlerin kural olarak tanık sözleri ile ispatı olanağı da yoktur.
Ne var ki, Usul Kanunumuzda anılan bu ana kurala ayrık hükümler de mevcuttur. Gerçekten Usulün 289. maddesi hükmüne göre, senetle ispatı gereken hususlarda, bu yön hatırlatılarak karşı tarafın açık muvafakatı, rızası halinde tanık dinlenebilir. Çekişmede davalının bu hususta açıkca muvafakatı olmadığına göre anılan madde hükmü gereğince tanık dinlenmesine de olanak yoktur.
Yalnız tanıkla ispat yasağına ayrık hallerden biri de Usulün 293. maddesinin 4. bendinde yer almıştır. Bir başka deyimle anılan Usul Kanunu`nun 293/4. maddesinde açıklanan durumun varlığı halinde de ayrık olarak tanık dinlenmesine imkan tanınmıştır. Anılan hüküm gereğince ( Halin icabına ve iki tarafın vaziyetlerine nazaran senede zaptı müteamil olmayan muamelelerde ) tanık dinlenmesi mümkün olmaktadır. Bu hükmün sonucu olarak, bir bölgede halin gereklerine, tarafların durumlarına göre herhangi bir hukuki işlemin devamlı olarak senede bağlanmamasının adet haline gelmesi ve bu hususun zaman içinde herkesce uyulmak suretiyle kararlı bir nitelik kazanmış bulunması ve aynı zamanda kamu oyu tarafından da belirtilen teamüle inanılmış olması takdirinde tanık dinlenebilir.
Yüksek Mahkemenin kökleşen içtihadı da bu doğrultudadır ( En son Yargıtay H. Genel Kurulu Esas: 1982/13-571 Karar: 1984/660, 6.6.1984 tarihli kararı ).
Öyle ise; Mahkemece, işin niteliği, tarafların durumu ve ilişkileri gözetilerek aralarındaki istisna eser sözleşmesinin devamlı surette senede bağlanmaması hakkında istikrarlı ve toplumca inanılmış bir adet olup olmadığı bilirkişi aracılığı ile saptanarak rapor içeriğine göre tanık dinlenip dinlenmeyeceği değerlendirilmelidir.
Yapılacak böyle bir inceleme sonunda, olayda tanık dinlenebileceği sonucuna varılması halinde tanık sözleri ve teknik bilirkişi raporu değerlendirilmek suretiyle, aksi takdirde, davacıya yemin ant hakkı hatırlatılarak varılacak uygun sonuç çerçevesinde bir karar verilmelidir.
SONUÇ : Yukarıda gösterilen nedenlerle temyiz eden davalı D. yararına yerel mahkeme kararının BOZULMASINA, 31.10.1984 gününde oybirliğiyle karar verildi.

                                                    (DERLEME)
  Ekleyen: avfehmi  19.8.2006 14:48 Sıra No:573       Okuma:162781 
6.HD.
E: 2004/6995 K: 2004/7405
27.10.2004
  • SÖZLEŞMENİN ÖZEL ŞARTLAR BÖLÜMÜ
  • KİRA SÖZLEŞMESİ VE KİRANIN MUACCELİYETİ
  • KİRA PARASINI SÜRESİNDE ÖDEMEME
  • TAHLİYE
      BK


ÖZET:TARAFLAR ARASINDA DÜZENLENEN TAKİBE DAYANAK YAPILAN 01.01.2004 BAŞLANGIÇ TARİHLİ, 1 YIL SÜRELİ KİRA SÖZLEŞMESİNDE KİRANIN HER AYIN 3. GÜNÜ MESAİ BİTİMİNE KADAR ÖDENMESİ KARARLAŞTIRILMIŞTIR. SÖZLEŞMENİN ÖZEL ŞARTLAR KISMININ 10. MADDESİNDE HERHANGİ BİR AYIN KİRASININ ZAMANINDA ÖDENMEMESİ HALİNDE DİĞER AYLAR KİRASININ MUACCEL OLACAĞI HÜKÜM ALTINA ALINMIŞTIR. NİSAN 2004 AYI KİRA PARASI 100.000.000.-TL, 09.04.2004 TARİHİNDE ÖDENMİŞ, SÖZLEŞMEDE KARARLAŞTIRILAN SÜREDE ÖDENMEMİŞTİR. BU DURUMDA DİĞER AYLAR KİRASI MUACCEL HALE GELMİŞTİR.

DAVA : İcra mahkemesince verilmiş bulunan karar alacaklı tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla, dosyadaki bütün kâğıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü.

KARAR : Takip talepnamesinde 01.01.2004 başlangıç tarihli kira sözleşmesine dayanılarak 100.000.000.-TL gününde ödenmeyen Nisan ayı kirası ve muaccel olan 8 aylık kira alacağı toplam 900.000.000.-TL kira alacağı ve tahliye istenmiş, mahkemece 09.04.2004 tarihinde Nisan ayı kirası olan 100.000.000.-TL'nin ödendiğinden ve muacceliyet şartının gerçekleşmediğinden bahisle davanın reddine karar verilmiştir.

Taraflar arasında düzenlenen takibe dayanak yapılan 01.01.2004 başlangıç tarihli, 1 yıl süreli kira sözleşmesinde kiranın her ayın 3. günü mesai bitimine kadar ödenmesi kararlaştırılmıştır. Sözleşmenin özel şartlar kısmının 10. maddesinde herhangi bir ayın kirasının zamanında ödenmemesi halinde diğer aylar kirasının muaccel olacağı hüküm altına alınmıştır. Nisan 2004 ayı kira parası 100.000.000.-TL, 09.04.2004 tarihinde ödenmiş, sözleşmede kararlaştırılan sürede ödenmemiştir. Bu durumda diğer aylar kirası muaccel hale gelmiştir.

Karar bu nedenle bozulmalıdır.

SONUÇ : Kararın yukarıda açıklanan nedenle BOZULMASINA, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 27.10.2004 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. ******

                                                    (DERLEME)
  Ekleyen: avfehmi  19.8.2006 14:48 Sıra No:572       Okuma:161592 
HGK.
E: 2005/11-515 K: 2005/599
26.10.2005
  • KASKO SİGORTACISININ SİGORTA BEDELİNİ ÖDEDİKTEN SONRA RÜCUSU
  • YETKİLİ MAHKEME
      HUMK


ÖZET:Özü : KASKO SİGORTACISI, SİGORTA BEDELİNİ ÖDEDİKTEN SONRA HUKUKEN SİGORTA ETTİREN YERİNE GEÇER VE BU SEBEPLE SİGORTALI MAL SAHİBİNİN HAK VE YETKİLERİNE SAHİP OLUR. BU HALEFİYET İLKESİ GEREĞİNCE, SİGORTALI ZARAR SORUMLUSUNA KARŞI TAZMİNAT DAVASINI HANGİ YER MAHKEMESİNDE AÇMASI GEREKİYORSA, KASKO SİGORTACISININ DA RÜCU DAVASINI AYNI YER MAHKEMESİNDE AÇMASI GEREKİR. YARGITAY'IN KARARLILIK GÖSTEREN UYGULAMASINDA, DAVADA ZORUNLU MALİ SORUMLULUK SİGORTACISININ YER ALMASI HALİNDE SİGORTA RÜCU DAVASI, BU DAVALININ İKAMETGAHINDA DA AÇILABİLİR.


DAVA : Taraflar arasındaki "tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (İstanbul Asliye Sekizinci Hukuk Mahkemesi)nce yetkisizliğe dair verilen 11.04.2002 gün ve 2002/88-207 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Onbirinci Hukuk Dairesi'nin 28.01.2003 gün ve 2002/8221-2003/834 sayılı ilamı ile;

(...Davacı vekili, davalıların işleten ve zorunlu trafik sigortacısı olduğu aracın, müvekkilin kasko sigortacısı olduğu araca çarparak hasarlandığını ileri sürerek, % 80 kusura göre, 800.000.000-liranın davalıdan rücuen tahsilini istemiştir.

Davalı M. kazanın Konya'da meydana geldiği gibi ikametgâhının da Konya olduğundan mahkemenin yetkisiz olduğunu, esas açısından da davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Davalı A... Sigorta A.Ş. yanıt vermemiştir.

Mahkemece, haksız eyleme dayalı davanın birden fazla Davalı bulunduğu takdirde H.U.M.K.'nun 9/2-1 madde fıkra ve cümlesi gereğince ortak yetkili yer olan kaza yeri mahkemesinde görülmesi gerektiği gerekçesiyle yetkisizlik kararı verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

H.U.M.K.'nun 9/f.2 maddesi hükmü uyarınca birden fazla davalı bulunduğu takdirde davalılardan birinin ikametgâhının bulunduğu yer mahkemesinde davanın açılması mümkündür. Ancak sırf davalılardan birini kendi mahkemesinden başka bir mahkemeye getirmek amacıyla açıldığına ilişkin belirti veya delil varsa, onun hakkındaki davanın tefriki ile yetkisizlik kararı verilmesi gerekir. Somut olayda dava A... Sigorta A.Ş.nin merkezinin bulunduğu yer mahkemesinde açıldığı, bu davalının yetki itirazının olmadığı, yetki itirazında bulunan Davalı M.'ün salt kendisinin başka bir mahkemeye getirilmesi için diğer davalının ikametgâhında da açıldığını öne sürmediği gibi bu konuda delil ve emaresinin de mevcut olmadığı anlaşılmaktadır.

O halde usül hükümlerine uygun olarak yetkili mahkemede açılan dava için davalı Mevlüt'ün vaki yetki itirazının reddedilmesi gerekir iken kabulü ile yetkisizlik kararı verilmesi doğru görülmediği gibi, yetki itirazında bulunmayan Davalı A... Sigorta A.Ş. hakkında da yetkisizlik kararı verilmesi doğru görülmemiştir...) Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz eden: Davacı vekili

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, kasko sigorta sözleşmesinden kaynaklanan rücuen tazminat istemine ilişkindir.

A- Davacı İsteminin Özeti:

Davacı vekili 22.01.2002 tarihli dava dilekçesinde özetle; müvekkili şirkete sigortalı 42 .. 033 plaka sayılı aracın; davalıların malik, sürücü ve sigortacısı olduğu 42 .. 057 plaka sayılı aracın çarpması sonucu hasarlandığını, meydana gelen hasarın 1.000.000.000.-lira olduğunu ve 19.09.2001 tarihinde sigortalısına ödediklerini, davalıların %80 kusuru oranında 800.000.000.-liranın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiştir.

B- Davalı Tarafın Cevabının Özeti:

Davalı M. süresi içinde verdiği 15.02.2002 tarihli cevap dilekçesinde özetle; Davalının kanunen yetkili olmayan mahkemede dava açtığını, davalı olarak Konya, F... Mah. M... Sok. No:.. de ikamet etmekte olduğunu, davanın trafik kazası sonucunda meydana gelen hasarı tazmine yönelik olarak açılmış olması nedeniyle kazanın meydana geldiği yer mahkemesinin yetkili olduğunu, kazanın Konya Merkez İlçesi Adana Çevre yolu üzerinde olduğunu, HUMK ilgili maddeleri gereğince genel kuralın davalının ikametgahının bulunduğu yer mahkemesi olmakla ayrıca kazanın olduğu yer mahkemesinin yetkili olduğu kuralı da birlikte dikkate alındığında Konya Asliye Hukuk Mahkemesi'nin yetkili olduğunu, ifadeyle yetki itirazında bulunarak yetkisizlik kararı verilmesini, dosyanın yetkili Konya Asliye Hukuk Mahkemesi'ne gönderilmesine; esas yönünden de davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

-Davalı M.'ün yetki itirazı davacı tarafa 11.03.2002 tarihinde davacı vekiline tebliğ edilmiştir. -

Davacı vekili 11.04.2002 tarihli celsede yetki itirazını kabul etmediklerini bildirmiştir.

Davalı A... Sigorta A.Ş.; Davaya cevap vermemiş; davacı tarafından bu davalı hakkında açılan dava takip edilmemiştir.

C- Yerel Mahkeme Kararının Özeti:

Yerel Mahkeme;

"Davalı M. adresi Konya olup çıkarılan davetiyenin bu adreste tebliğ edildiği anlaşılmıştır. Davalı Konya İkinci Asliye Hukuk Mahkemesi kanalı ile göndermiş olduğu cevap dilekçesinde ikametgâhının Konya olduğunu ve kazanın Konya-Adana çevre yolu üzerinde olduğundan bahisle yetki itirazında bulunmuştur.

Davalı M.'ün ikamet adresi ve olay mahalli Konya'dır. Kaldı ki Davalı A... Sigorta A.Ş.nin ikametgâhı da Kadıköy adresine nakledilmiştir.

Bir haksız eylem birden fazla kişi tarafından işlenmiş ise bu kişilere karşı açılacak tazminat davası için ortak yetkili mahkeme haksız eylemin meydana geldiği yer mahkemesidir. Bu nedenle birden fazla kişiye karşı açılan tazminat davası için yetkili mahkeme HUMK.nun 9. maddesinin, 2. fıkrasının 1. maddesi uyarınca davalılardan birinin ikametgahı değil, ortak yetkiyi taşıyan haksız eylemin işlendiği yer mahkemesidir. Bu yön yukarıda anılan maddenin 2. fıkrasının 2. cümlesinde vurgulanmış olmakla, Davalı M.'ün müddeti içinde yapmış olduğu yetki itirazının kabulü ile taraflar için olayın cereyan ettiği yer olan Konya Asliye Hukuk Mahkemesi ortak yetkili mahkeme olduğundan karar kesinleştiğinde ve talep halinde dosyanın bu yer mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmiştir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 24.02.1984, 11/772-153)" gerekçesiyle "Davalı M.'ün müddeti içinde yaptığı yetki itirazının kabulü ile mahkememizin yetkisiz olması nedeniyle dava dilekçesinin reddine, karar kesinleştiğinde ve talep halinde dosyanın müşterek yetkili Konya Asliye Hukuk Mahkemesi'ne gönderilmesine" karar vermiştir.

D-Temyiz Evresi, Bozma Ve Direnme:

Davacı vekilince hüküm temyiz edilmiş; diğer hususlar yanında, davalılardan A... Sigorta A.Ş.nin davadan sonra adresini Kadıköy'e naklettiği, ancak dava tarihinde mahkemenin yetkili olduğu ifade edilmiştir.

Özel Dairece; yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçe ile mahkemenin yetkili olduğu vurgulanarak hüküm bozulmuştur.

Mahkemece; bozma ilamı ve duruşma günü davacı, davalılardan gerçek kişi ve müflis davalı sigorta şirketinin iflas masası memurlarına tebliğ edilmiş; 20.01.2004 tarihli bozma sonrası ilk celseye davacı vekili gelmiş davalılardan ise gelen olmamıştır.

Davacı vekili bozmaya uyulmasını istemiştir. Yargılama 23.03.2004 gününe bırakılmış; yargılamaya gelen olmadığından dosya yenileninceye kadar işlemden kaldırılmıştır.

Davacı vekili 25.03.2004 tarihli dilekçesiyle; Davalılardan A... Sigorta A.Ş. hakkındaki davalarını atiye terk ettiklerini, diğer davalı hakkındaki davanın yenilenerek taraflara duruşma günü bildirilmesini istemiştir.

25.03.2004 tarihli yenileme zaptı ile yargılama 01.06.2004 tarihine bırakılmış ve davacı vekili ile davalılardan gerçek kişi M.'e tebligat çıkarılmış; davalı Mevlüt'e çıkan tebligat adresten ayrılması nedeniyle tebliğ edilememiş; 35. madde açıklaması olmadığından 06.04.2004 tarihinde merciine iade edilmiştir.

35. maddeye göre tebligat yapılmamış; yargılamanın 01.06.2004 tarihli celsesinde davacı vekili gelmiş; davalı taraf gelmemiştir.

Davacı vekili; "Biz davalı A......Sigorta hakkında açılan davayı takip etmiyoruz. İşlemden kaldırılsın. Diğer davalılar yönünden bozmaya uyularak yargılamaya devam edilsin." şeklinde imzalı beyanda bulunmuştur.

Mahkemece, yargılama bu celse davalının yokluğunda sonlandırılmış; A... Sigorta hakkında açılan davanın HUMK.nun 409. maddesi gereğince işlemden kaldırılmasına, eski kararda direnilmesine, sonucu itibariyle davalı M.'ün müddeti içinde yaptığı yetki itirazının kabulü ile mahkemenin yetkisiz olması nedeniyle dava dilekçesinin bu yönden reddine, karar kesinleştiğinde ve talep halinde dosyanın yetkili Konya Asliye Hukuk Mahkemesi'ne gönderilmesine, karar verilmiştir.

Hükmü davacı vekili temyiz etmiştir.

Bu karar ve davacı vekilinin temyiz dilekçesi davalı M.'e tebliğe çıkarılmış; adresten ayrılması nedeniyle tebliğ edilemediğinden, Tebligat Kanunu'nun 35. maddesine göre 02.06.2005 tarihinde tebliğ edilmiştir.

E- Gerekçe:

Ön sorunlara ilişkin inceleme:

Esasa girişilmezden evvel, öncelikle;

a) Bozmadan sonra takipsiz kalan davanın, davalı M. hakkında yenilenmesi ile duruşma gününün adı geçene usulünce tebliğ olunmadan yargılamaya devam olunmasının, direnme kararı ile temyiz dilekçesinin Tebligat Kanunu'nun 35. maddesine göre usulünce tebliğ edilmiş olması, adı geçenin temyiz isteminde bulunmamış olması karşısında usule aykırı olup olmadığı, üzerinde ön sorun olarak durulmuş; davalı M.'e yenileme sonrası duruşma günü usulünce tebliğ edilmemişse de direnme kararı ve temyiz dilekçesinin usulünce tebliğ olunması, buna karşın adı geçenin usule yönelik her hangi bir temyiz talebinde bulunmaması; mahkemece adı geçenin lehine ve talebi doğrultusunda yetkisizlik kararı verilip; savunma hakkının kısıtlanması anlamında bir işlem ve kararın da bulunmaması karşısında temyiz edenin sıfatı da gözetilerek anılan tebligat eksikliği usule aykırı ise de sonuca etkili görülmemiştir.

b) Bozmadan sonra davacı sigorta şirketinin diğer davalı müflis sigorta şirketi hakkındaki davasını takipsiz bırakması ve direnmede diğer gerekçeler yanında bu yeni durumun da değerlendirilmiş olmasının yeni hükmün varlığı anlamına gelip gelmediği de ikinci ön sorun olarak ele alınmış; uyuşmazlığın yetkisizliğe ilişkin bulunması; daha sonra hakkındaki dava takip edilmeyen sigorta şirketinin davanın açıldığı aşamada taraf olması; yetkiye ilişkin değerlendirmenin ise davanın açıldığı tarihteki durum esas alınarak yapılması gereği karşısında sonradan gerçekleşen bu olgu sonuca etkili görülmediğinden yeni bir hükmün bulunmadığı; kararın temel gerekçesinin direnmeye ilişkin bulunduğu kabul edilerek bu ön sorunun da reddi ile direnme kararına yönelik diğer temyiz itirazlarının irdelenmesine geçilmiştir.

Yetkisizlik kararına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi:

Dava, kasko sigorta sözleşmesinden kaynaklanan rücuen tazminat istemine ilişkindir.

Motorlu Kara Taşıtları Birleşik Kasko Sigortacısı/davacı şirket tarafından, davalılardan sigorta şirketinin merkezinin bulunduğu yer (Gayrettepe/İstanbul) itibariyle yetkili bulunan İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi'nde açılmış olup; davacı şirket sigortaladığı araca, Konya'da meydana gelen kazada davalı M.'ün maliki ve sürücüsü olduğu araçla verilen hasar nedeniyle sigorta ettirenine ödediği miktarın, %80 kusuru oranında davalı araç maliki/sürücüden ve mecburi mali mesuliyet (trafik) sigortacısı diğer davalı sigorta şirketinden rücuan tahsilini istemiştir.

Davalı M.; kendisinin ikametgâhının Konya'da olduğunu ve kazanın da burada vuku bulduğunu, davanın ortak yetkili yer olan Konya Asliye Hukuk Mahkemesi'nde görülmesi gerektiğini ifadeyle yetkisizlik kararı verilmesini istemiştir.

Yargılamanın devamı sırasında davalılardan "Sigorta Şirketi" şirket merkezini, yani yasal ikametgâhını Kadıköy ilçesine nakletmiştir.

Mahkemenin davalı M.'ün itirazını kabulle "yetkisizliğe ve Konya Mahkemeleri'nin yetkili olduğuna" ilişkin kararı, davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece, yukarıda ilgili bölümünde ayrıntısı açıklandığı üzere "mahkemenin yetkili olduğu, işin esasının incelenmesi gerektiği" gerekçesiyle bozulmuştur.

Mahkemece önceki kararda direnilmiş; davalı sigorta şirketi hakkındaki davanın takip edilmemiş olması da gözetilerek diğer davalı M. yönünden yetkisizliğe, dosyanın yetkili Konya Asliye Hukuk Mahkemesi'ne gönderilmesine; sigorta şirketi yönünden ise davanın HUMK. 409 maddesi gereğince işlemden kaldırılmasına, şimdilik bu davalı hakkında başkaca karar ittihazına yer olmadığına, karar verilmiştir.

Hükmü davacı vekili temyize getirmektedir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; mahkemenin yetkisine ilişkin olup; davacı şirketçe dava dışı sigortalısına "kasko sigortası kapsamında yapılan trafik kazasından kaynaklanan hasar tazminatı ödemesinin" rücu edilmesine yönelik olarak, ikametgâhları farklı olan davalılardan Zorunlu Mali Sorumluluk sigortacısı şirketin ikametgahı mahkemesinde açtığı davada; diğer davalının (haksız fiilin olduğu yer ve kendi ikametgahı mahkemesinin yetkili olduğu yönündeki) yetki itirazının dinlenip dinlenemeyeceği; direnme aşamasında davalılardan sigorta şirketi hakkındaki davanın takip edilmemiş olmasının onun sigortalısı durumundaki diğer davalının yetki itirazına etkisinin olup olmayacağı, noktasında toplanmaktadır.

Öncelikle uyuşmazlığın çözümüne esas alınacak yasa hükümlerinin irde-lenmesinde yarar vardır.

1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun "Salahiyet" başlıklı 9. maddesinde;

"Her dava, kanunda aksine hüküm bulunmadıkça açıldığı tarihte davalının Türk Kanunu Medenisi gereğince ikametgâhı sayılan yer mahkemesinde görülür. Davalının ikametgâhı belli değilse, davaya Türkiye'de son defa oturduğu yer mahkemesinde bakılır.

Davalı birden fazla ise, dava bunlardan birinin ikametgâhı mahkemesinde açılır. Şu kadar ki, kanunda dava sebebine göre davalıların tamamı hakkında ortak yetkiyi taşıyan bir mahkeme belli edilmiş ise, davaya o mahkemede bakılır.

Ancak davanın, sırf davalılardan birini kendi mahkemesinden başka bir mahkemeye getirmek amacıyla açıldığı belirtiler veya başka delillerle anlaşılırsa mahkeme onun hakkındaki davayı ayırarak yetkisizlik kararı verir."

Denilmektedir.

Yine, aynı Yasanın 21. maddesinde ise;

"Haksız bir fiilden mütevellit dava o fiilin vuku bulduğu mahal mahkemesinde ikame olunabilir."

Hükmü yer almaktadır.

Bu yasal düzenlemeler ışığında somut olaya bakıldığında;

Trafik kazası nedeniyle oluşan hasar nedeniyle, sigortalısının zararını karşılayan kasko sigortacısı şirketi, ödediği miktarın davalı araç maliki/sürücüden ve mecburi mali mesuliyet (trafik) sigortacısı diğer davalı sigorta şirketinden rücuan tahsili istemiyle eldeki davayı açmış olup; dava temelinde motorlu araç kazasından kaynaklanan hukuki sorumluluğa dayanmaktadır.

Eş söyleyişle; dava, davacı sigorta şirketine sigortalı olan araca davalıların sürücü ve maliki olduğu ve diğer davalıya zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası ile sigortalı aracın çarpmasından kaynaklanan tazminat (rücu) istemine ilişkin bulunmaktadır.

TTK.nun 1301 inci maddesi hükmü gereğince Kasko Sigortacısı, sigorta bedelini ödedikten sonra hukuken sigorta ettiren yerine geçer ve bu sebeple sigortalı mal sahibinin hak ve yetkilerine sahip olur.

Bu halefiyet ilkesi gereğince, sigortalı zarar sorumlusuna karşı tazminat davasını hangi yer mahkemesinde açması gerekiyor ise, kasko sigortacısının da rücu davasını aynı yer mahkemesinde açması gerekir.

Yukarıya metni alınan HUMK.nun 9. maddesinde açıkça belirtildiği üzere; dava kural olarak, davalının ikametgâhı mahkemesinde; davalı sayısı birden fazla ise, bunlardan birisinin ikametgahı mahkemesinde açılır. Aynı Kanunun 21. maddesi uyarınca haksız fiilin vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir.

Bir dava için açıklanan şekilde, birden fazla (genel ve özel) yetkili mahkeme varsa; davacı, bu mahkemelerden birinde dava açmak hususunda bir seçimlik hakka sahiptir.

Davacı, davasını bu genel ve özel yetkili mahkemelerden hiçbirinde açmaz ve yetkisiz bir mahkemede açar ise, o zaman seçme hakkı davalılara geçer.

Oysa eldeki dava, yetkili mahkemelerden birisi olan Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortacısı'nın yasal ikametgâhı mahkemesinde açılmıştır. Davacının daha sonra iflas eden bu şirket hakkındaki davayı, iflas prosedürünün davayı geciktirmemesi amacıyla takipsiz bıraktığını ifadeyle takipsiz bırakmış olmasının, davanın açıldığı tarihte yetkili olan mahkemenin yetkisiz hale gelmesine neden olmayacağı da belirgindir.

Diğer yandan, davalı yetki itirazında davanın, sırf kendi mahkemesinden başka bir mahkemeye getirmek amacıyla açıldığı iddiasında bulunmadığı gibi buna dair belirti veya bu durumu ortaya koyacak herhangi bir delil de bulunmadığından, davalı sigorta şirketinin dava tarihindeki ikametgâhı mahkemesinde dava açılmasında yasaya aykırı bir yön bulunmamaktadır.

Davalı sigorta şirketinin davanın görüldüğü aşamada adres değiştirmesi de sonuca etkili görülmemiştir.

Yargıtay'ın kararlılık gösteren uygulamasında da, davada Zorunlu Mali Sorumluluk sigortacısının yer alması halinde, sigorta rücu davasının bu davalının ikametgâhında da açılmasının mümkün olduğu kabul edilmektedir.

Eldeki dava, "Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortacısı" davalının dava tarihindeki yasal ikametgâhı mahkemesinde açıldığına göre, yerel mahkemenin, yargılama sırasında meydana gelen adres değişikliği ve bu davalı hakkındaki davanın takipsiz bırakılmasını dayanak alarak davanın diğer davalının ikametgâhı ve haksız fiilin vuku bulduğu ortak yetkili yer mahkemesinde görülmesi gerektiğini kabulle yetkisizlik kararı vermiş olması isabetli görülmemiştir.

O halde, yetkili mahkemede açılan davada, davalı M.'ün yetki itirazlarının reddi ile işin esasının incelenmesi gerekirken yetkisizlik kararı verilmesi ve bu kararda direnilmesi usül ve yasaya aykırıdır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının bozma ilamında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi uyarınca (BOZULMASINA), istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 26.10.2005 gününde oybirliği ile karar verildi. ******

                                                    (DERLEME)
  Ekleyen: avfehmi  18.8.2006 18:19 Sıra No:571       Okuma:163631 

Hukuk İçtihadı Ekle
   
1, 2, 3, 4, 5 ... 39
1. sayfa (Toplam 39 sayfa)

KEYWORDS:  içtihatlar, Yargıtay Kararları, Yargıtay Kararları Dergisi, Ceza Genel Kurulu, Hukuk Genel Kurulu, İçtihadı birleştirme kararı, Emsal Karar, temyiz, bozma, Yargılamanın Yenilenmesi, Olağanüstü itiraz, Aleyhe bozma yasağı, ceza, ağır hapis, hapis cezası, Ykd programı, ictihat makrosu,bakale.com,bakalecom,bakale